24 Kasım 2022 Perşembe

Öğretmenler Günü

Yahu insanın başına neler geliyor. Ben ilk öğretmen olduğumda, öğretmenlerin 24 Kasım'a verdiği önemi gördüğümde çok şaşırmıştım. İçimden epey de dalga geçmiştim. Özenli, süslü püslü giyinmeler, hediye beklemeler, eşleri çiçek göndermedi diye trip atmalar. Yahu eşinizin mi öğretmenisiniz hayırdır falan diyordum. Ama çok mutlu gözüküyorlardı, onlara bir şey söylemiyordum.
Sonra zamanla alıştım, ben de 24 Kasım'ı sevmeye başladım. Bir kere her 24 Kasım sabahı ilk emekli tarih öğretmeni Mustafa Amca arar, hayır dualar ederdi. Ağzım kulaklarımda dinler dinler, iyi ki öğretmen olmuşum yahu, güzel bir meslek bu, kıymetli derdim. Sonra kuzenlerim mesaj atardı. Merviş sen aslında iyi bir şey yapıyorsun, baksana sana kıymet veriyorlar, öğretmen diyince akıllara geliyorsun demek derdim. Sonra evlendim, kayınvalidemler, onların ailedeki herkes aramaya başladı. Anneler gününde etraflarında anne olan herkesi arayan bir aile, memnun olurdum öğretmen olarak beni de aradıkları için. Öğrencilerim çiçekler alırdı. Ben hediye kabul etmeyeceğimi baştan söylemek gibi bir gaflette bulunduğum için pek hediye alamazlardı. Şimdi ki aklım olsa böyle bir set çekmezdim, sonuçta hediye vermesi kadar alması da güzel, neden buna engel olayım ki? 

Pandemi olduğunda öğrenciler online'dan bana güzellikler yapmışlardı. Çok duygulanmıştım. Ders bitince mahalledeki çiçekliye gidip kendime, emekli öğretmen olan karşı komşuma ve çok sevdiğim alt komşuma çiçek hediye etmiştim. Kocama da menekşe almıştım. O dönem üniversitede ders veriyordu, ve bunu çok güzel bir niyetle yapıyordu. O da öğretiyordu sonuçta. 

Ertesi sene İngiltere'ye taşındığımda online'dan öğrencilere ders anlatıyordum. Aa yok, öğretmenler günü olduğunda sanırım ben ücretsiz izindeydim. Evet, kesinlikle öyle. Hatta o yüzden epey duygusaldım, çok zor geçmişti. Eşim sağolsun bana güzel bir çiçek almıştı. Görümcemle kayınvalidem de "bizim adımıza Merve'ye çok güzel bir çiçek al" dedikleri için kocaman rengarenk bir buket daha almıştık. O zamanlar üçün beşin hesabını çok yapıyorduk ama bana kocaman buketler alabiliyoruz diye çok sevinmiştim. Ve de insanlar burukluğumu tahmin edebildiler demek demiştim.

Bu sene, ah bu sene, pencerenin önünde oturdum, dizimde battaniye, yanımda Türk kahvesi ağlaya ağlaya gelen mesajları okudum. O kadar ağladım ki, zırıl zırıl. Ben kıymetli bir öğretmendim, peki ya şimdi neyim dedim? 

Ben böyle ağlarken bi telefon çaldı, Merve Hanım başvurunuzu tamamlarsanız, bir an önce şu şu işlemleri yaparsak siz "teacher asisstant" olarak işe başlayabilirsiniz. Gördüğüm kadarıyla tam aradığımız birisiniz dedi. 

Hayrolsun, illa öğretmen olmam gerekmiyor ama "bir şey" olmak isterim doğrusu. Elhamdulillah "varım" ve sadece "var olmam" bile kıymetli ama insan yine de istiyor ki bir karanfil alınsın, bir öğrenci gelsin sarılsın. 

20 Kasım 2022 Pazar

Denedim - Sazlı Sözlü Cemiyet

Bugün evimde sazlı sözlü cemiyet yapmayı denedim. Kalbim pır pır attığı için "Merveciğim nasıl olacağını bilmiyorsun, heyecanlanma, çok heveslenme, hayırlısı çiçeğim" dedim. Ama yine de epey heyecanlandım tabi. 

Sakin sakin hazırlanacağım, olmadı simit peynir zeytin yeriz dedim ama son bir saat kala "ay yetiştiremiyorum sanırım" dedim. Bir arkadaş erken geldi, lütfen bana yardım eder misin ben yetiştiremedim dedim. Halbuki o kadar da yetiştirememiş değildim yani. Sadece biraz poğaçaların pişmelerini bekleyebilirlerdi. Aman neyse zaten tahmin edildiği gibi geç geldiler. 

Bu kısım bir şey değil. Ama ben yapmak istediklerimi misafirlere nasıl yaptıracağımı düşündüm. Yani bir ortam oluşturmaya çalışmak gerçekten çok zor. Konu hep kocalara ve çocuklara kayıyor. Yani bir kere insan konuşmaya ar eder çünkü masada yaşı 30 ve üstü iki tane bekar var. Açık açık pek çok yerde müdahale ettim. Bugün kocalarımızı çekiştirmeyeceğiz dedim. Ama bugün çocuklarımızdan bahsetmeyeceğiz diyemiyorum çünkü "neden ki?" diyebilirler. Zaten çocukları bırakın dedim. Bir arkadaş şey dedi "aa çocukluları çocuksuz çağırıyorsun". Evim müsait değil, gelince anlarsın dedim. Gerçekten benim evim çocuklar için çok uygun değil. İlla ki başlarında durmak gerekiyor. Evim müsait olsa da ruhum müsait değil. "Başım kaldırmıyor."

Bildiğin üst yönetim gibi, devlet gibi sürekli müdahale ettim. Burada bunu konuşmayalım şimdi dedim. Çok şaşırdığım bir şey oldu, benim çok sevdiğim bir arkadaşım sürekli dersi kışkırttı. Sürekli güya soru sorarak kendi düşüncelerini empoze etti. Sonuç istemedi sanki sadece söylenmek istedi. Hayır arkadaşım konsept o değil yani. 

Ben bilerek whatsapp grubu kurmadım ki, bi dahakine çağırmadığım olsun, eklensin, çıkarılsın. Davetiyeyi görmediniz tabi değil mi? Ekliyorum hemen.



Tabi bunu kesip gönderdim. Ben böyle ekran görüntülerini sevdiğim için böyle ekledim şimdi. Niyetimi de bir cümleyle belli etmek istedim aslında. Şu an zihnim çok dağıldı, bir dakika.

Ben bugün fark ettim ki, zihnim çok sistemli çalışmak zorunda hissediyor. Giriş, amaç, yöntem, bulgular, sonuç. Her şey böyle olmalıymış gibi. Halbuki evine misafir çağırdığında bunu yapamazsın di mi? Bir oranda yapman gerekebilir ama bu kadar da yapmaman gerekir yani. Neyse sonra arkadaşlar akşam olunca ayrıldılar. Sonra Şenol caminin hocasıyla geldi. Hoca da sürekli meşk yapalım ben de "evet bizim evde yapalım" diyip duruyorum ama onlar erkek erkeğe toplanmak istiyorlar. Çalışma günleri, tatil günleri uymuyor bir türlü. Ben de gündüzki misafirleri, benim müdahalelerimi anlattım "doktora yapan birinden ne beklersin ki" gibi bir şey dedi. "biz öyle değiliz yenge" dedi. Öyle diyor ama bize her geldiğinde sesi nasıl kullanacağımı falan çok sistematik bir şekilde anlatıyor. Yani ben sanıyorum ki sadece ders gibi anlatılırsa anlaşılabilir. Ama yo, ben hocanın her anlattığını özümseyebiliyorum.

Mesela bu akşam "ben sizin talebeniz olayım" dedim. Oldum da. İnşallah bundan sonra hocayı her bulduğumda buradan devam ederim. Biraz sanki kavradım gibi sesimi. Sanki içimde mucizevi bir şey var, onu fark ediyorum gibi hissediyorum. O benim boğazımda, içimde, şah damarım falan şimdi oralara girmeyelim. Şu zamana kadar yanlış kullanmışım ama terbiye edilse güzel bir şeyler çıkabilecek gibi. 

Hayırlısı valla ben bir şeye niyet ettim, bir şeyler oluyor ama sonu hayra çıksın inşallah.

Aralık'ta gideyim geleyim, bir de evde mevlid okutmak istiyorum. Hani sanki onda hiç dedikodu yapılamazmış sadece Efendimiz anılabilirmiş gibi.

Yani hoca kalkınca hocanın arkasından konuşulmamalı ama. Di mi? Ağlıcam. 

Hayra çıksın Allah'ım. Acaba sadece olumsuzlara mı odaklandım? Belki de bugün çok güzel bir gündü. Herkes elbisemi çok zarif buldu mesela. Soframı beğendiler. İnsanlar gülüyordu, mutlulardı. Bazı bakışlar farklıydı ama çözemedim. Meryem bazen doğrudan bana bakıyordu. Nuray gözlerini kaçırıp duruyordu. Neden?

Benle ilgili olmak zorunda değil.

Eskiden bloga daha derli toplu yazılar yazardım ama artık dağınık dağınık bırakıyorum. 

Kalsın, sonra toplarız.

12 Kasım 2022 Cumartesi

Otizimli Çocuk -değil

 Böyle tanımlamamam gerekiyor aslında. etiketlerle baktığım zaman gerçekten zor. çocuk bile demiyorum. orada biri var ve iletişim kuruyorum. geçen gün gittiğimde yine görmezden geldi. ama benle oynadı da. bazen hatta belki çoğunlukla yanında sadece durdum. uyum sağlamaya çalıştım. oldu olmadı, ne oldu bilmiyorum ama giderken annesi "merve teyze gidiyor, el salla" dedi. geldi benle vedalaştı. "öpücük ver" dedi. öptü. üzerime tırmandı. sarıldı. tepeme çıktı. annesinin gözleri doldu.

biliyorum, çok zor günler de olacak. mesela o gün de tuvaletini yaptı, bezini çıkarmak istedi, annesi tuvalete götürdü hemen, zor bir andı ama o da bir hakikat. gerçek yani. 

ama ayrılırken sarılması, bırakmaması. Allah'ım bu dünyada ne güzel şeyler yaratıyorsun değil mi?

11 Kasım 2022 Cuma

Otizimli çocuk

Geçenlerde arkadaşta oturuyoruz, dört kişiyiz. Bir arkadaşın iki çocuğu var, biri otizimli. Burada bir kadından eğitim alıyorlarmış ama saati 120 pound ve bi ilerleme de kaydetmemişler. Kız napıyor dedim "o anda ve orada oluyor aslında temelde. Ama benim bunu yapabilecek bir enerjim yok" falan dedi. Sonra biraz anlattı. Ben de ona dedim ki "ya sen aslında normal bi bakıcı tutsana, oyun ablası gibi, çocukla gelsin 1 saat ilgilensin, sen de kendine vakit ayırmış olursun o sırada" anaokulu bile zor kabul etmiş çocuğu, kimse kabul etmiyormuş "ben denerim" dedim. 

Çünkü benim zaten işim bu. Buradaki şirketimin hizmetleri arasında çocuk bakıcığı da var, hiç yapmadım ama. Çocuklara ders verirken de saatlik bakıcı ücreti üzerinden ders veriyorum. Hem evi benim sokağımın başı, çok yakın. Hem de bu ülkede otizm öğretmeniyle ilgili çok açık var, eğer yapabilirsem belki sonra okula geçmek isteyebilirim. Denerim yani dedim.

Geçen hafta 15 dakika gittim. Gerçekten seninle iletişim kurmak istemeyen biriyle iletişim kurmaya çalışmak zor bir şey. Ama bir yandan da gelip sana sarılabiliyor. Bu değişik bir şey. 

Daha demin de terapistimle konuştum, çünkü acaba yanlış bir şey mi yapıyorum diye düşünüyordum. O anda ve orada nasıl orada olacağımla ilgili bir az konuştuk işte. Kesinlikle öğretmen olarak değil. He, çünkü beni en çok zorlayan, ben çocuklarla hep öğretmen olarak iletişim kuruyorum. Yüzlerine boyama yaparken bile dualar ediyorum, bir şeyler öğretmeye çalışıyorum aslında. Her zaman öğretmek de değil de genelde öğretmen rolündeyim. O rolden çıkmam lazım. Bir sürü başka rol var. Belki de sadece orada olmam gerekiyor. Ha bu arada, reddedildiğimde de bir ilişkinin içinde kalabilirim.

Konuşuyorsun, cevap gelmiyor. Duygularını ifade ediyorsun, bambaşka bir şeyler yapılıyor. Bunlar zaten benim çok alışık olduğum şeyler değil mi? 

En azından bu sefer saatine para alabileceğim ve CV'me ekleyebileceğim. 

Çok kötü geçerse ya da ben öyle hissedersem diyelim (çünkü "kötü" diye tanımlanacak bir şey yok) gider o parayla hamburger ısmarlarım kendime. 

Belki buraya tecrübelerimi yazarım.

Hamburger yedikten sonra :)

9 Kasım 2022 Çarşamba

Görl Gayding Tu

Ben bu işe ilk başladığımda, Defne bana dedi ki "istersen grupları ziyaret et, öyle karar ver nerede kalacağına" ben de başladım ziyaret etmeye. Kaç hafta oldu daha birini seçemedim. Çünkü önce Defne'nin gruplarını ziyaret ettim. En küçük yaş grubu acayip hoşuma gitti. Hem de sadece 1 saat olduğu için çok çok iyi geldi bana. Çocuklar sabrımı zorladığında saate bakıyorum "oh sadece 15 dakika kalmış" diyorum. Neyse Defne'nin grubundaki o küçük çocukların saati bana tam uymuyordu, o yüzden benim evime yakın başka bir o yaş grubu varmış, ona gideyim dedim. Ona başladım. Ama onlar da başka grupta daha çok ihtiyaç var aslında dediler. Aman neyse ne, detaylara vakıf olmanıza gerek yok, sadece şunu diyeceğim: bu süreçte farklı grupları ve liderleri gözlemleme fırsatı buldum. 

Bir kere Defne, tam bir kraliçe, sessiz sakin çok güzel yönetiyor. Öteki Aylin (Resmen adı Aylin diye okunuyor ama kim bilir nasıl yazılıyor, Eileein gibi bir şey olabilir) sürekli ofluyor, pufluyor, ah bu çocuklar yoruyor adamı diye bakıyor. Halbuki Defne'nin bakışları daha çok "çocuk işte" bakışı. Defne gerçekten disiplinli. Aylin o kadar değil ve bu yüzden çok yoruluyor. Aylin'in yanında bir kadın daha var, o da lider, adı Venessa olabilir. Bu kadın oflamıyor, puflamıyor, çocuklarla birebir iletişim kuruyor. İdeal yani. 

Ders başlamadan ve bitmeden önce el ele tutuşup marş söylüyoruz. Ve gruba katılanların "promise"lerini ezberleyip sahneye çıkmaları gerekiyor. Mesela geçen hafta 4 yaşında bi bıcırık katıldı, onu kenara alıp iki cümlelik yeminle ilgili bir etkinlik yaptırdık. (Kelimeler tek tek yazılmıştı ve sıralaması istendi. Böyle koca koca kağıtları sıraladı. Yani bir quiz gibi değil daha çok oyun gibiydi.) Sonra bir kağıda yazıp "haftaya kadar evde çalış gel" dedik. Bu hafta geldi, ezberlemiş tontiş. Bu arada ezberledikleri şey ""I promise that I will do my best to think about my beliefs and to be kind and helpful" yani "elimden gelenin en iyisini yapacağıma, inançlarım hakkında düşüneceğime, nazik ve yardımsever olacağıma söz veriyorum" gibi bir şey diyorlar. (Google Translate şöyle çevirdi: "İnançlarım hakkında düşünmek, kibar ve yardımsever olmak için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz veriyorum." Eskiden olsa "benim dediğim doğru ya derdim ama özgüvenim yerlerde, üzgünüm.) Her neyse.

Sonra en az 15 dakika bu çocuğun haftaya velilerin karşısında nasıl bu sözü vereceğinin provasını yaptık. 2 çocuk rainbow bayrağı tutacak, bir çocuk bölge bayrağını tutacak. 2 çocuk seyirci olacak, falan filan. 

Muhtemelen bunların anneleri de bu yollardan geçti, o yüzden duygusal bir an. Ben yine çok şaşırdım tabi. El kadar bebeler, haftada sadece 1 saat geliyorlar, onun için ayrı üniforma alıyorlar, marşı ezberliyorlar, tören düzenleniyor. Baksan, bu hafta ne yaptık? Fil boyadık. Bu. Ne işe yaradı? Bilmem yani. Geçen haftaki oyun güzeldi mesela, anlamlıydı. Ay asıl onu anlatayım:

Ortada bir sepet var. Sepetin içinde gazete kağıtları yuvarlanıp bantlanmış, top yapılmış, onlar var bir sürü. "Herkes eşit şekilde alsın bakalım" dedi lider. Herkes bir tane aldı önce, sonra bakıldı herkese yetecek birer tane daha alındı. "Hmm herkeste iki tane var, çok güzel, eşit oldu" denildi. Sonra daire şeklinde dizildik (bu arada mutlaka daire şeklinde toplanıp yoklama alınıyor, daire şeklinde toplanıp marş söyleniyor, ne zaman bir araya gelinse bi halka olunuyor, müthiş bir tecrübe bence.) bi halka olduk, herkes eşit mesafede, sepete top atmaya çalışıyoruz. çocuklar sepete isabet etsin etmesin "well done" dememiz gerektiğini öğütledi lider. hayatımın şokunu orada yaşamış olabilirim. çünkü ben en fazla "nice try" derdim. "iyi deneme, güzel atıştı ama" derdim mutlaka olamadığı hatrımda kalırdı, hayır, yine de "well done" işte. lider zaten bunu çocuklara söylüyor ama diğer çocukları da tembihliyor, arkadaşınıza "well done diyin" diye. yani biz yetişkinler demiyoruz ki çocuğumuza öğretelim di mi?

Neyse, herkes eşit mesafeden atıyordu ya, bu sefer şöyle yaptık, tam sepetin yanında minnacık bir halka olduk, erkek kardeşi olan bir adım geri gitsin, saçı uzun olan bir adım geri gitsin gibi bir sürü şey söyledik. Böylelikle kimi sepete yakın kaldı, kimi uzak kaldı. Bu sefer de öyle atmaya çalıştılar sepete topu. Lider dedi ki "hayat bize her zaman eşit şartlar sunmayabilir, bunu göz önünde bulundurmak gerekir." Kendi ten rengini gösterdi, zenci bir kadın. Onun kadar siyah olmasa da yine zenci diyebileceğimiz bir çocuk vardı "bak bizim ten rengimiz daha koyu" dedi. Ben zaten müslüman olarak oradayım. Farklıyız yani. 

Mesela bu akşam da yoklama sırasında laflarken (he bu arada her ders yoklama alınıyor am aönce biraz sohbet muhabbet, bu hafta neler yaptınız, ne oynadınız gibi şeyler) Christmas kutlamalarından bahsedildi. Lider hemen Christmas kutlamayan var mı dedi, ben elimi kaldırdım. Biz de Ramazan'ı ve Kurban'ı kutluyoruz dedim. Onlar da hemen Diwali'yi söylediler, yakın zamanda okulda öğrendiler ve Diwali yeni geçti, oradan akıllarında kalmış olabilir. İnşallah Ramazan da akıllarında kalır ne diyim. Bunu ayrıca yazmak isterim.

Öyle işte. Bu insanlar ne yapıyor? Ayrıca o yemindeki "I will do my best to think about my beliefs" kısmı bir tek benim mi içimi kemiriyor? Beliefs derken? Yani bunun üzerine düşünmek tabii ki çok güzel bir şey ama sanki yıkıcı bir tavır da var gibi. Var mı?

5 Ekim 2022 Çarşamba

Görl gayding

Buralarda görl gayding diye bir şey var. Ben bunu ilk nereden gördüm bilmiyorum ama gönüllülük işlerinden biri işte. Ama bu görl gayding accayip sistemli, kurumsal bir şey. Kraliçe bile çocukken katılmış, varın gerisini siz düşünün. Bizim izcilik gibi ama değil gibi de. Haftada bir akşam kız çocuklarıyla toplanıyoruz. 1-2 saat, etkinlikler yapıyoruz. Amaç da kızların güçlü olması, özgüven kazanmaları, kendi değerlerinin farkına varmaları falan.

Böyle dışardan baksan, oyun oynuyor bunlar dersin. Ama çocukların üniforması bile var. Dersin sonunda elele tutuşup marşımızı söyleyip ayrılıyoruz.

Bugün dedim ki, ben burada ne yapıp ediyorsam, ne görüyorsam anlatayım, bir yerlere kaydedeyim de yarın bir gün okul mokul kurarsam işime yarar.

Bugünkü ders mi diyim ne diyim bilemedim, kilisedeydi. Kilisenin anaokulunda. Bu burada yaygın bir şey sanırım. Çünkü çıkarken bir baktım, spor salonu da varmış, orada da bir şeyler yapıyorlar. Tabii ki her şey eski, bizde devlet okulunda bile o dolaplar yüz kez değişmişti. O masalar ilk veli toplantısında dile getirilip velilerden para toplanıp hemen değiştirilirdi. İşte bunu aklım almıyor. Evet yani masa ve hala kullanılır durumda. Hiç de önemli değil.

İkinci alacağım not, bu adamlar disiplinli kardeşim. Ve bu yazacaklarım Defneyle mi ilgili yoksa genel olarak İngilizler mi böyle bilemeyeceğim ama alçak sesle konuşup çok güzel ototite kurabiliyor. Ben olsam NOOOĞĞĞ diye bağırırdım mesela. Bağırmıyor. Yavrucuğum şimdi oyun zamanı mı, ben sana ne dedim!? NE DEDİM BEN SANA??? Diye çığırırdım. Yapardım bunu. Zamanında çok yaptım, oradan biliyorum. Defne, en az 70 yaşında ama bence 80 var, sadece no, not now diyor. Gözlerini bile devirmiyor. He sadece kurallar çiğnendiğinde diyor. Şöyle çocuklar (bugünküler 7-10 yaş arasındaydı sanırım, browni grubu, yaşlara göre böyle farklı isimleri var) her fırsatta oyun oynuyor ve her kafadan bir ses çıkıyor tabii ki. Kimse mühalae etmiyor, ne zamanki bir şey yapacağız, Defne ya da başkası bir şey söyleyecek ellerimizi havaya kaldırıyoruz, hep birlikte, elini kaldıran susuyor. Mesela bir kız hem elini kaldırmıştı hem de konuşmaya devam ediyordu, Defne kuralı tekrar açıkladı. Bunlar olurken genelde ayaklayız, ama bir şey açıklanacaksa yere çember oluyoruz. Dersin başında tanıştık falan, herkes adını, kaç yaşında olduğunu, hangi okula gittiğini ve en sevdiği yiyeceği söyledi. Çoğunluk makarnacı. Bana sorsalar Adım Merve, 32 yaşındayım, hayatımda ilk defa okula gitmiyorum, en sevdiğim yemek de köfte derdim. Bu bile içimi burktu, çünkü ben meetball diyecektim, onların aklına kim bilir ne çeşit köfte gelecekti. Ama ben anne köftesi ya da sokakta satılan köfte ekmek var ya, onu kastedecektim. Bunlar kesin yuvarlak yuvarlak bir şeyler hayal ederdi, peah!

Üçüncü söyleyeceğim şey ise kardeşim bu ne rahatlıktır ya? Biz oraya ayağımızla basıyoruz, bunlar yerlerde yatıyorlar, yuvarlanıyorlar. Ve benim çocuğum olursa, büyürse, okula giderse, onun için de bu normalleşecek. O çocuk eve her geldiğinde yıkanacak :( ya da ben de alışacağım bu işe. 

Dördüncüsü. Bence adamlar pratik değil, her şeyi çok detaylı açıklıyorlar. Mesela bi kaba bi karbonatla su öteki kaba üzüm suyu koyduk. Çocuklar önce karbonatlı suya pamuklu çubuğu batırıp resim çizdi. Sonra onlar kuruyana kadar oyun oynadılar. Kuruduktan sonra herkese karışık olarak kağıtlar dağıtıldı. Üzüm suyuyla üstlerinden geçip resmi bulmaya çalıştılar. İşte bunun için kaselere o sular mular konuldu. Yani ne kadar zor olabilir ki? Bana iki saat açıklıyor falan. Şuradan 8 kase al diyeceksin. 1 kaşık karbonat koy diyecen. Bu yani. Aman neyse.

Son olarak, “what’s your dream job” dediler. Ortamda benim gibi 4 yetişkin falan vardı. Kadının biri “ben avukatım” dedi. “Öteki hukuk okuyorum” dedi. Bana sordular “I was a teacher and I was a sociolog” dedim. Bu mesleklerimi buraya taşıyabilmem için dilimin bağının çözülmesi gerekiyor. Yani ben sosyolog olarak da buraya gelmiştim. Sunum yapmıştım, sorular sormuşlardı, cevap vermiştim. Ama şuan oradaki özgüvenimin üçte biri bile yok. Cümleyi de resmen “I was a” diye kurdum. İncindim.

Ama geçecek. Allah’ın izniyle, bu ülkede de güzel işler yapacağım, öğreneceğim, öğreteceğim, hikayeler toplayacağım.

Ay son bir şey daha, öğrencilerim beni görseydi bu akşam derlerdi ki “Merve Hoca bi kendini buldu.” 

Onların gözünden kendimi görmek iyi geldi.

Elhamdulillah ala külli hal.


4 Ekim 2022 Salı

SAD lambası

Günlerdir bunu foto terapi için alınan ışığın siniri var üzerimde. Zeynep Hanım'a güvenmesem asla almam zaten. Daha önce Hatice de söylemişti ama googlelamamıştım bile, güneşin yerini tutar mı ya manyak mısınız diyesim gelmişti. Zeynep Hanım'a da artık nasıl baktıysam kadın rahat bi beş dakika "bu öyle bir şey değil" minvalinden şeyler söyleyip ikna etmeye çalıştı. "Girin bakın, çok makale var" dedi.

Kocam ne dicek, bunu nasıl açıklicam diye düşünürken "aa o ne" dedi, ben o merdivenlerden inenene kadar kaldıramadım ve zaten aylarca kullancam, nereye kadar kaçıcam diye düşündüm. "hiç sorma bak ben de çok dalga geçtim, söz verdim diye kullanıyorum, güneş bu" falan dedim. epey bir dalga geçti. "aa güneş battı" falan dedi. ama hiç "saçma sapan şeylere para veriyorsun" demedi ki bu benim için önemli. çünkü ben bile para verirken "inanamıyorum yani buna para mı veriyorum şimdi, kendimi aldatılmış hissediyorum" falan dedim.

ha bu arada, bi iki makale falan okusam belki işe yarayacak. okusam mı?

bugün öyle bi yarım saat durdum karşısında. şifa olsun ne diyim.

29 Eylül 2022 Perşembe

Türkiyeli "yer"

Çok tuhaf bir şeyler olmaya başladı son günlerde. Mesela twitterda bir fotoğraf görüyorum, mesela bi yemek fotoğrafı, arka planda mutfak/balkon gözüküyor. Üff diyorum, şu güzel fotoğraf bile bir apartman dairesinde çekilmiş. Çok güzel dolaplar olabilir, masa falan on numara olabilir. Ama bahçeleri yok diyorum, altta birileri var, üstte birileri var, insani değil. Ya da bakıyorum, onca para vermiş ama apartmanda oturuyor diyorum.
Hele böyle sokak videolarına hiç katlanamıyorum. Mideme ağrı giriyor. Binlerce insan bu çarpık kentleşmede yaşıyor diyorum. Başımı kollarımın arasına alıp, nasıl olur Allah'ım, benim insanıma bu nasıl reva görülür, demek istiyorum. Çok tuhaf. Bu son bir kaç haftadır olmaya başladı. 

Buradaki evimizde otururken aynı para çok güzel dairelerde de oturabilirdik. Ama ben ısrarlar bahçeli ev olsun diye ısrar ettim. Çünkü Türkiye'de bu bir lüks ama burada hiç değil. Minnacık bir bahçe de olsa bahçen var yani. Kimse de "oo bahçeli evde oturuyorsun" demiyor. Hele benim oturduğum eve hiç demiyorlardır. Ama İstanbul'dakiler için çok lüks. O yüzden hiç evden fotoğraf paylaşmamaya çalışıyorum. 

Çok tuhaf değil mi?

11 Eylül 2022 Pazar

Size Anlatacaklarım Var.

Siz kimsiniz bilmiyorum ama size anlatacaklarım var. Blog'dan kimseye haber vermiyorum, sanki birileri beni okursa kısıtlanacakmışım gibi hissediyorum. Biri beni yolda belde görürse "aa Merve duyduk, şöyle böyle olmuş" diyecek de ben de "iyi de sizin beni bildiğiniz kadar ben sizi bilmiyorum" diyecekmişim gibi. Belki de ben bir alışveriş gibi görüyorum. Bu alışveriş bakışımı mı değiştirmem gerekir? Yazmak, bazen de anlaşılmak bana iyi geliyor. 

Hem ben anonim bile yazsam, insanlar ben olduğumu anlıyor. Merve bunu sen mi yazdın diyorlar. O zaman da "evet, ben yazdım" demekten çekinmiyorum. E o zaman daha ne?

Hem atla deve değil ya, insanlarla paylaştıktan sonra pişman olursam kapatabilirim, blogumu taşıyabilirim. Kilitleyebilirim. Silebilirim de. Ama ne gerek var yani? İnehk'i sildik de ne oldu? Kalsaydı ne olurdu?

Bu yazma tecrübesiyle ilgili şunu fark ediyorum, hep bir şekilde yazdım. Kızlarla ortak bir defterimiz vardı, ona yazdım. Sonra blog yazdım, kızları da dahil ettim. Ama niye zorlamışım ki yani onlar yazmak istemiyorsa yazmasın. İnstagram'da da onlara yazdığım 6-7 takipçili bir hesabım vardı. Şimdi 70 kişi var, çok kalabalık geliyor. Ama sonra diyorum ki 7 de olsa yazmayacaklar ki? bazen delleniyorum açıyorum hesabı. Bazen kapatıyorum. Çoğunlukla kapalı duruyor. 

Neyse işte, bunlar benim yazma üzerine genel düşüncelerim. Aslında böyle böyle yazmayla ilgili çekincelerimi yazsam, sonrasında ne kadar gereksiz olduğunu göreceğim muhtemelen.

Size anlatacaklarım var kısmına gelince. Ben Londra'ya taşındım. Eh, epey de zorlandım. Daha doğrusu Londra'ya taşınma kısmı kolaydı ve güzeldi. Bundan önce Reading'te yaşamıştım, o kısım var ya felaket. Ama felaket olmasının sebebi, pandemi miydi, 1 odalı ev miydi, full lockdown mıydı, yeni evli olmak mıydı, eşimin iş arıyor olması mıydı, hiç emin değilim. Ama berbat bir yıldı. Çok şükür ki bir yıl değil, 11 aydı diyorum ama yani 11 yıl gibi töbe estağfurullah. Vücudumda hasar bırakan bir 11 ay oldu. Zamanla düzelir inşallah.

Heh, size anlatacaklarım var diyordum. Burada hala beni şaşırtan şeyler görmeye devam ediyorum. En basitinden kendime çok şaşırıyorum. Bunları anlatmak isterim. Eğer dinlerseniz. Aman, dinlemezseniz dinlemeyin, ben anlatabilirim.

Öyle işte, birileri beni oturtsa da Merviş, her gün 10 dakika şuraya yazı yazacaksın dese. Ne güzel olurdu değil mi?


7 Nisan 2022 Perşembe

"Ben Prenses Değilim"

Hayır bir prensessin, çünkü sabırlısın, disiplinlisin. Güzelsin. özenlisin. sorumluluğun var. yetkin var. meliksin.

Çok sevdiğim bir öğrencim var, 42 yaşında. Tam yetişkin bir yaş yani. Ders yaparken "yorulduysanız bırakalım" dedim. "Hayır Mervecim, ben prenses değilim, devam edelim." dedi. Halbuki tam da zorlanmasına rağmen devam ettiği için prenses. Tam da her sabah saatinde derse geldiği için prenses. Disiplinli olduğu için, her şeyi mükemmel yapmak istediği için prenses. 


Elhamdulillah.

Keşke kendi de bunu fark etse istiyorum.


8 Mart 2022 Salı

Paintte karalama

Danışman Hocamla doktorayı bırakma kararımı konuşurken bana dedi ki "varlığınla, yapıp etmelerinle değerlisin" dedi. Doktorayı bırakmış olman seni gözümüzde daha değersiz kılmıyor dedi. Tüm bunları konuşurken ben kütüphanedeydim. Sol yanımda bir çocuk bilgisayarın başına geçmiş, paintte bir şeyler boyuyordu. Resim çizmiyordu, düm düz ekranı tamamen griye boyuyordu, satır satır. Sonra onu bitirdi. Karalayarak tüm ekranı maviye boyamaya başladı ve bitirdi. 

Bir yanda doktora, öbür yanda paintte resim çizmek. Pardon, paintte sayfa karalamak. Tamam işte. bazen paintte bir şeylere karalasak da olur. 

1 Mart 2022 Salı

Neden Doktorayı Bıraktım?

Çünkü bana zarar verdiğinden emin oldum. Bir şeyi yapamıyorsak o kapıda durup da ısrar etmenin alemi yok. Çekilmemiz gerekiyor o kapının önünden, kendimize başka kapılar aramamız gerekiyor. 

Şu zamana kadar çok zor şartlarda çalıştım, kütüphanelere gittim, metroda bile makale okuyabildim. ama pandemiyle birlikte eve kapandım, evlendim, yurtdışına taşındım, önce küçük bir şehirde yaşadım, sonra Londra'ya taşındım... Hayatımda bir dolu değişiklik oldu. Rahatlık bakımından, şimdiki kadar hiç rahat olmadım belki de. Evimdeki çalışma ortamım çok rahat, fiziksel olarak. Evde çalışamazsam yürüyerek gerçekten de üç dakikada kütüphaneye gidebiliyorum ve haftada 6 gün açık. Ama yine de çalışamadım. Ve bundan da önemlisi ben bunun stresiyle baş edemedim.

Geçen gün o evin arkadasındaki kütüphanede terapistimle görüştüm tekrar. İlacımın dozunu arttırmaya karar verdi. Ben iyiyim gerek yok falan dedim ama "merve şöyle bri şahlandıralım seni" dedi. Ben de hemen ilaçlarım yetecek mi, İstanbul'dan kim gelecek, bana ilaçları kim getirebilir diye düşündüm. Sağa sola haber saldım, çözüm üretmeye çalışıyorum. Babamın arkadaşının oğlu getirecek, adamı tanımam etmem. Her neyse. 

Sonra bir gece yatıyorum, uyumaya çalışıyorum ama önümüzdeki ay tez izleme var diye stresten uyuyamıyorum. Ve bir baktım ki ben bıçağı boğazıma defalarca sapladığımın hayalini kuruyorum. Siyah bir bıçak, sol yanımdan saplıyorum. Bir dakika Merve yaa, bunu kendine neden yapıyorsun dedim. Neden yani, yedi düvel seferber olmuş, seni iyileştirmeye çalışıyor ama senin kendine yaptığın bu mu dedim?

Tam burada şunu da hatırlatmakta fayda var (bunu ileride kendim okurum diye yazıyorum). Ben uzun zamandır böyle kötü düşüncelerle mücadele ediyorum zaten. O eski küçük evde defalarca tasarladım. Allah'ım lütfen bana yardım et, elimi tut diye geceler boyu ağladım. Bu güzel hayallerimin evine taşınınca da ilk iş kendimi nerede asabileceğime bakmak oldu. Böyle manyak manyak düşünceler yani. Bu atakların da ara ara geleceğinin farkındayım. Sadece kontrolü elden bırakmamam gerekiyor ve bunun kötüye gitmesini engellemem gerekiyor. 

Ben aklı başında, doğruyu yanlışı ayırt edebilen bir kızım. Ama bu düşüncelerin böyle akın etmesine engel olamıyordum. Her neyse. O son gece fark ettim yani ben ne yapıyorum ya? Bu nasıl bir yüklenmektir? Doktorayı bırakırsan bırak ne olacak, dışarıdaki insanların %95'inden fazlası bunu yapmayı denemiyor bile Merve dedim. Sen bunu denedin. Eğer istediğin başarıysa, bu çok iyi bir başarı çiçeğim.

Ve bırakınca şunu fark ettim: Ben zaten başarılıyım. Çok güzel bir üniversiteden mezun oldum. Sırf o diplomamla bile yapabileceğim çok güzel şeyler var. Ki 8 senedir o şekilde öğretmenlik yaptım zaten. Şimdi de burada o yüzden ders veriyorum çocuklara. Asıl benim yüksek lisans tezim çok eğlenceliydi, çok renkliydi, çok da güzeldi bence. Yani ben çok iyi bir üniversitede yüksek lisans da yaptım zaten. 

Hamdolsun.

Şimdi oturup, tüm bunlara şükretme zamanı.

Ayrıca şunları da yazmak isterim, her hafta doktoradan üç arkadaş toplanıp konuşuyoruz, ikisi asistan ve ben sadece doktora öğrencisiyim. Geçen haftalarda aldıkları maaşı duyunca kendimi çok enayi gibi hissettim. Nasıl yani ya dedim? Bu zamana kadar neden ben yemek ısmarlamışım ki dedim. Yani yemek ısmarlayıp ısmarlamadığımı bilmiyorum ama benim en az iki katım maaşları varmış. Nihayetinde aynı işi yapıyoruz? O zaman ben niye yapıyorum? Niye sağlığımdan oluyorum ki dedim. Tamam onların benden fazla yaptıkları iş var ama ben hem öğretmenlik yapıp hem doktora yapyorum ve totelde onlardan çok daha az kazanıyorum. 

Aha! asıl önemli mesele. Ben hep "alimlerle haşrolmak" istediğim için doktorada ısrar ediyordum. Sonra rüyamı hatırladım, rahmetli amcamı da rüyamda Peygamber'imizin de olduğu alimler meclisinde görmüştüm, meczup dayım da oradaydı. Benim amcam mühendisti. Alimlerle haşrolmak için illa doktora yapmak gerekmez belki de? 

Hem şuanda bu ülkede bana açılan kapılara baktığımda hem öğrenci hem öğreten pozisyonunda bir yerde görüyorum kendimi. Tam bugün yani. Hem çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışıyorum, hem de bir yandan öğrenmeye gayret ediyorum. Dilimi geliştirmem gerekiyor çünkü içimdekileri aktarabilmem için.

Doktorayı neden bıraktım meselesinden biraz uzaklaştı sanki, emin değilim, her neyse. Bıraktım işte. Teknik olarak 6 ay daha doktora öğrencisiyim. Bu sürede belki buradaki üniversitelerle yazışırım, mail listelerine girmeye çalışırım. Eskiden tanıdığım arkadaşlara mail atarım. Sonuçta artık bir doktoram yok. Bunlara şimdi vakit ayırmayayım, doktorama bakmalıyım demeyeceğim. 

Yuppi.

Elhamdulillah.

Arkama yaslanabiliyorum. Misler gibi.

Uzanıp gözlerimden öpüyorum.

Sevgiler.

13 Şubat 2022 Pazar

About Reading

Ben 10 ay boyunca Reading adlı küçük bir şehir de yaşamıştım. İlk taşındığımda artan vakalar sebebiyle 4 ay boyunca tam kapanma vardı. Yani şehirde sadece marketler açıktı. Kafelerin sadece gel-al servisleri açılmıştı. Sonra zamanla kurallar gevşeyince ve ben de evden çıkabilince, gidip çarşıdaki şirin bir İngiliz kafesinde bilgisayarımı elime alıp notlar tuttum. Bu notlar onlar:

The notes I wrote down what I saw while sitting in the cafe

Reading Yaşlıları

Dikkatimi en çok çeken şey: yaşlı çiftler. Yan yana yürüyen yaşlı çiftler. Birlikte markete gidenlere de şaşırıyorum ama en çok bir kafeye gelip kahve içip giden yaşlı çiftlere şaşırıyorum. Büyük bir olay değil, bir seremoni değil ama geliyorlar, kahvelerini içiyorlar ve gidiyorlar. Mesela şu anda tam yan masamda bir çift var, tam böyle. Geçen gün de aynı şekilde bir çift gelmişti. Aynı şekil dediğim, erkek daha yaşlı olduğu için geçip oturmuştu ve kadın siparişi verip kahveyi alıp gelip masaya oturmuştu. Hiç konuşmuyorlar ama birbirlerine kızgın da değiller. Sakin sakin kahvelerini içiyorlar. Hatta teyzem hapur hupur kekini yiyor. 

Biz böyle sahnelere hiç alışık değiliz tabi. Mesela hala şeyi yadırgıyorum, teyzem çok yaşlı, kahve siparişi verdi ve kafedeki kız kahveyi uzatıyor, teyzenin gelip almasını bekliyor. Biz olsak zahmete girer, o büfeyi geçer, kahvesini masaya koyar. Teyzeye, amcaya mutlaka bi laf atarız. Tabi tüm bunları yaparken de onlara bakıma muhtaç oldukları mesajını vermiş oluruz. Halbuki yo, gayet de kendi işlerini kendileri görüyorlar işte. Güç bela bile yürümüyorlar. 

Yalnız hiç konuşmuyorlar dedim diye mi bilmem, konuşmaya başladılar. Ne dediklerini anlayamıyorum, çok İngiliz çıktılar. Her neyse, biz o çiftimizi bırakalım, devam edelim.

Türkiye’de bu yaşta insanları eşleri hayatta bile olsa tek görmeye alışığız. Bu çok garip değil mi? Şöyle bir teyzeyle dedeyi yan yana görünce şaşırıyoruz. Belki de benim etrafımda yoktur ama çarşıda pazarda bile çok ender görüyorum yahu. Teravihe giden teyzeler amcalar bile cinsiyetlere göre dağılıp gidiyor. Teyze geliniyle, torunuyla, yeğeniyle gider, amcalar genelde tek gider gibi geliyor bana. Bu gözlemim ne kadar gerçeği yansıtıyor bilmem, sadece bana öyle geliyor.

İlk geldiğimde de çok dikkatimi çekmişti, hala çift görünce şaşırdığıma göre 6 ayda alışamamışım buna demek. Güzel.

Gençler

Çarşıya inip de gelip geçen insanlara baktıkça sanki insanoğlunun en zor dönemi ergenliği gibiymiş hissediyorum. Çocuklara bakıyorum, mutlu, yaşlılara bakıyorum, bir dinginlik var, yetişkinler yanlış da olsa bir şeyleri yerine koymuş gibi, ama ergenler öyle mi? Üstlerine başlarına çokça özenmişler ama bir yandan da hiç ilgilenmiyormuş havası veriyorlar. Bedenleri yetişkin bedenine benziyor ama onla ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kaş göz süzmeler, abartılı kahkahalar bir yandan da utangaç bakışlar. Allah iyilerle karşılaştırsın, doğru yoldan ayırmasın diye dualar ediyorum gördükçe. Zor, çalkantılı bir dönem umarım doğru yolu bulurlar diyorum. Ve böyle endişeli gözlerle bakıyorum onlara. Çok yanlış yapacaksınız ama kendinize zarar vermeyin olur mu demek istiyorum. Sizler azizsiniz, izzetlisiniz, şereflisiniz, maddi boyutunuzun da manevi boyutunuzun da devasa bir değeri var ve kimse buna zarar vermemeli, kıymetinizi bilin demek istiyorum onlara. İçinizde müthiş bir potansiyel var, lütfen güzel işler yapın diyesim geliyor. O enerjiyle neler neler yapılmaz ki, kum yığını ver kocaman kale yapsınlar, yetişkinler olur mu olmaz mı diye tartışına kadar onlar suyu taşır getirir, dener yanılır bulur kaleyi diker boyunca. Böyle düşünüyorum.

Aşıklar

Ara ara yeni tanışan çiftler görüyorum, o kadar belli ki yeni tanıştıkları. O karşı cinsi tanımanın heyecanı, beğenilmenin getirdiği güzellik ve utangaçlık, o kadar güzel hissediyor ki insan onları görünce. Mesela daha demin benim kahvemi ikram eder, sizin için isterseniz masayı silebilirim diyen kız önümden geçti, kolunda çantası, yanında güzel bir delikanlıyla. Böyle ikisi belli bir mesafede uzak uzak duruyorlar birbirlerine kaçamak gülüp bir yandan muhabbeti sürdürmeye çalışıyorlar. Bu ana şahit olmak bile insana çok iyi geliyor.

İnsana insan gerek diye çok düşünüyorum, çünkü 6 aydır çok az insan görüyorum. 6 ay önce de çok insan gördüğüm söylenemezdi ama en azından 10 katı daha fazla insan görüyordum. En azından pazara gidince pazarcı abiyle laflayabiliyordum, komşulara börek tarifi sorabiliyordum, yoldan geçen Afganlara Bim kart uzatıp “bunu biliyor musunuz?” diye sorabiliyordum. Her neyse, mesela şu an bu kafeye gelip yanımda yöremde insanların konuştuğunu duymak bana o kadar iyi geliyor ki. Gördüklerimin illa ki aşıklar olmasına gerek yok. İnsanlar, geçiyorlar yanımdan, onlar da bir şeyler yaşıyorlar. Hepimiz bu dünyadayız, bir şekilde imtihanlar oluyoruz, seviniyoruz, üzülüyoruz, ağlıyoruz, yaşıyoruz, bazen hiçbir şeyi umursamıyoruz, ama buradayız işte. Ve birileri bir diğerlerine aşık oluyor ve bunu gördüğümüzde bile mutlu olabiliyoruz. Bu kadar işte.

Kafeler

Açıkçası öyle çok fazla kafesini bildiğimden değil ama bugün fark ettim ki, ben picnic’te oturuyorum ve buraya hep İngilizler geliyor. Yani yanımda yöremde hep nezih İngiliz aksanlı kimseler oturuyor. Ama şu karşıki kahvaltıcıda hep göçmenler, yanımdaki Starbaks'ta göçmen bile olduklarından şüpheliyim, korona olmasa turistler diyeceğim, onlar var, köşedeki costa’da ise her öğlen Türk amcaları görüyorum zaten ama orada da genelde göçmenler. Picnic’te ise yaşlı amcalar bile geliyor. Belki Costa’da da otursam böyle düşüneceğim, emin değilim. Belki bir ara orada da oturum.

Kafedeki Çocuklar

İlk defa bu kadar çok çocuk var. Sessiz sakinler ama yine de çocuklar. Ne istedikleri konusunda kararsızlar. Tabi ki smokinli bir beyefendi gibi kibar kibar oturmuyorlar. Ama yine de etrafı yıkmıyorlar. Uslular yani. Bunda sürekli açık havada olup enerjilerini boşaltmalarının etkisi olabilir. Yoksa bunlar da boş olan sandalyelerde oturuyorlar, etrafa yayılıyorlar, sürekli hareket halindeler. Havuçlu kekim ne zaman gelecek diye sabırsızlanıyor mesela çocukcağız.  

Ayrıca belirtmem gerekir ki, ne kadar cinsiyet eşitliği dersek diyelim, çocuğun kekiyle yiyeceğiyle anne daha çok ilgileniyor. Evet, gidip yiyecek alan babalar da var ama yine de anne tabaklara eşit paylaştırmaya çalışıyor, falan filan. Yaşlı çiftlerde zaten kahveyi alıp adamın önüne koyanlar hep nineler. Gençlerde de durum çok da farklı değil. Bu kötü bir şey mi? Artık emin değilim. Eskiden adaletsizlik gibi gelirdi.

Şimdi de bebek arabasıyla bir baba geldi. Geldiğinden beri sipariş verirken dahil telefonda konuşuyor, şu anda da kulağında hala kulaklık, arada gülüyor, bir yandan da çocuğuna yemek yediriyor. Çocuğuyla mı konuşuyor yoksa kulaklıkla biriyle mi konuşuyor bilmiyorum. İstanbul’da böyle bir manzara görsem adama kahraman gibi bakardım. Burada da çok görmüyorum ama yine de görünce şey dedim: Mesai saatleri azdır, eşiyle ikisi de part time çalışıyordur ve bugün çocuğa bakma sırası adamdadır.

Biz bu kadar uzun saatler çalışıp az para kazandığımız sürece bu cinsiyet eşitliğini uygulayabilmek zor gibi geliyor bana. Bilmiyorum. Kafamı kurcalayan meseleler bunlar.

Tarz Sahibi İnsanlar

O kadar az ki! Bunu bir türlü anlayamıyorum. Gerçekten bu ülkede çok ucuza çok güzel bir şekilde giyinebilirsiniz. Ama bunu tercih eden çok çok az insan görüyorum. Mesela şuan bir kadın geldi kafeye, elinde koca koca Zara poşetleri var, tarzı da tam zara zaten. Bakıyorum, ayakkabısı düz spor ayakkabı, tabanı leopar desenli sadece ve hakikatan hoş duruyor. Üzerinde üç kat fırfırlı kruvaze siyah kısa kollu bir elbise, siyah büyük tote çanta, saçlar düz toplu, gözlüğü leopar desenki. Çok çok sade. Ama çok şık. Onun dışındaki çoğu kişi kot tshirt. Bu kadın da kot tshirt giyebilir ama giyse de şık olur, boynuna bir fular takar ya da bir kolye falan. Daha demin otururken rujunu tazeledi. Ama bakın sadece rujunu, yüzünde herhangi bir şey yok. Burada Türkler kadan makyaj yapan bir tek Rusları görüyorum zaten. Aklım almıyor ama neden bu insanlar şık olabilecekken olmamayı tercih ediyor?

Bugün 12-1 arasında da picnic’teydim. Çok daha fazla şık insan gördüm. Belli ki buralarda bir yerlerde çalışıyorlar ve öğle arasında bir şeyler atıştırmak için geliyorlar. Salatamsı şeyler alıyorlar. Eh çünkü zaten burası vegan/vejeteryan bir kafe. Home made kekler satmasıyla ünlü. Yani çikolatalı kek yerken vicdanınızın o kadar da sızlamadığı bir yer. Vegan toplar falan satıyorlar, onu görünce sen yanındaki çikolatalı keki de sipariş versen şöyle hissediyorsun: ama bu zeytinyağlı, sağlıklı. Yine de fabrikasyon keklerden iyidir. 

Kafe

Bu sefer biraz daha yola yakın bir yere oturdum. Kendimi kafede hissediyorum ama neredeyse yoldayım. Artık buranın insanlarına alıştım, Londra’dan farklı, daha sade, hatta neredeyse görünmez insanlar. Birkaç gündür Müslümanların sayısının fazlalığı dikkatimi çekiyor. Ama o da normal geliyor yani. Bu arada bulunduğum kafe gerçekten bir İngiliz kafesine benziyor. Çünkü burada bembeyaz solukça tenli kızılca saçlı bir beyefendi de çalışıyor. Ortama bir tane böyle beyaz tenli koy, kendini hemen Britanya’da hissediyor insan zaten. Güzel bir his. Çünkü hemen ilerideki Tortilla’yı gördükçe Washington’daki Tortilla’da tüm yemeği üstüme döktüğüm geliyor, köşedeki Pret a Magner’den de ilk Washington’da alışveriş yapmıştım. Mağazalar zaten aynı, restoranlar zaten aynı, fast food lokantaları, kafeler, hepsi hepsi aynı. İstanbul’da mıyım, Berlin’de miyim, Londra’da mıyım, Reading’te miyim? Picnic’te oturmak biraz Readingli hissettiriyor ama Starbucks’ın komşusu yani, o tarafa bakmaman gerek. 

Güzel elbiseli ellerinde çiçekleriyle kadınlar

Daha demin önümden bir kadın geçti. Krem rengi üzerine küçük kahverengi desenleri olan upuzun kat kat bir elbise giyiyordu. Elbisesi en az üç kat, fırfırlı. Üzerinde kahverengi deri bir ceket. Saçları kumral ve küt. Elinde de bir buket. Buketin boyu kısa ama dolgunca. Çiçeklerin ne olduğunu göremedim. Elinde de bir iki poşet, John Lewis’ten alışveriş yapmış. Ayağında düz krem rengi bağcıklı ayakkabılar. Zaten burada ne kadar güzel giyinirlerse giyinsinler altlarında hep düz ayakkabılar. Rahatlar. Elbiseler de genelde bol zaten. Yine de bu kadar rahat giyinmelerine rağmen çoğu kişi kot, tshirt, dümdüz şeyler tercih ediyor. Eh, ben de kendimi zorlayıp etek giydim bugün. Ama bu zorlamaya değer bence. 




okuyorum, yazıyorum.

Geçen gün birileri yeni kararlar almış, her gün düzenli kitap okuyacağım falan demiş. Ben de baktım şaşırdım. Yani ben her gün okumuyorumdur belki ama iyi bir okurumdur, o alışkanlığı kazanmışım dedim. Ve okurken hiç stres de olmuyorum, ay bugün de kitap okumadım diye vicdan azabı yapmıyorum. 32 yaşındayım ve kitap okurum diye tanımlarım kendimi. Hatta pandemiyle birlikte sekteye uğradı, yani nerede nasıl okuyacağımı bilemedim çünkü genelde metroda, otobüs beklerken falan okurum. Ama artık evde de yavaş yavaş bir düzen oturdu. Çorbayı koyup kaynayana kadar okumaya başladım hamdolsun. Yine de metroda okuduğumun tadını vermiyor. 

Her neyse, sonra ben şeyi de fark ettim: ben yazıyorum da. Mesela bu blog, ara ara da olsa yazıyorum. Bundan önce inehk vardı ve çok güzel yazardım ama yayılmaya başlayınca kapatmıştım, onun yasını tutmanın alemi yok. Bilinmek istememiştim. Ama buraya yazıyorum işte. Bunun dışında da bir sürü şey yazıyorum.

Bilgisayarımda farklı farklı dosyalar var. Onları burada yayınlayabilirim zaman zaman diye düşündüm.


Burayı sanırım kimse okumuyor. Okumalarını ister miyim emin değilim. 

Belki twitter'daki arkadaşlarıma bağlantıyı verebilirim.

Onları seviyorum. 

Öyle işte,

daha çok yazmak dileğiyle,

Selamlar

3 Ocak 2022 Pazartesi

Yeni Yıl

Bugün tam da ay'ın da konumundan mütevellit, yeni kararlar almak için ideal bir günmüş. Tam da yeni yıla girdik ve günlerden pazartesi, alalım mı yeni kararlar?

Açıkçası bu yıl yeni, kocaman, ideal kararlar almamam gerektiğinin farkındayım. Yuvarlanıp gidebileyim, günü kurtarabileyim, az az devam edebileyim, kafi.

Allah'ım sen bana yardım et, elimi bırakma. Beni yolundan ayırma. Bana sağlık ver, sıhhat ver, afiyet ver. Annemi, babamı, ailemi koru, onları da yollarından ayırma. Bizlere bolluk ver, bereket ver, helal bol rızık ver. Bizleri hep iyilerle karşılaştır. Bize bu dünyada da ahirette de iyilikler ver.

Bu arada, bugün salı diye gözüküyor. Çünkü blogun saati Türkiye'ye ayarlanmış.

Ben İngiltere'deyim. Ben artık burada yaşıyorum. 

İşsizim, doktora yapıyorum. 

Doktoramı bitirebilecek miyim bilmiyorum, umarım bitiririm ve burada güzel işler bulurum.

Allah'ım, bana hayırlı kapılar aç.