27 Şubat 2023 Pazartesi

Rızık nedir?

 Bugün bir öğrencim “rızık nedir” diye sordu. Sonra oradan çıktım, Serdar Hoca’yı ve oğullarını aldım. Hacı Teyzelere gittik hep birlikte. Yedik içtik, elhamdulillah, muhabbet ettik. Sorda Serdar Hoca bülbüllü bir şarkı söyledi. Asr suresini okudu ve kapanış. Bu rızık değildir de nedir?




24 Şubat 2023 Cuma

Telefonum Çalındı

Bundan bir önceki gönderiyi yayınladıktan bi 5-10 dakika sonra. Oturduğum cafede masaya biri geldi. ben dilenci sandım, kovdum, kovdum, gitmedi. tekrar geldi. Önüme saçma salak bir kağıt açtı. meğer alttan telefonumu çalmış. Sonra gitti. Gittiğini gördüm. Ben başörtülüyüm ve tekim diye duygularımı sömürdüğünü sanmıştım. Tam bunu anlatıp tivit atacaktım ki baktım telefonum yok. Hemen bağırdım, yan masadakilere eşyalarımı emanet ettim. Peşinden koştum, ama ne yapacaktım ki? Kayıplara karışmıştı. 

Kendimi çok aptal hissettim, tacize uğramış gibi de hissettim. Bir anda oldu ve geri alamadım. Halbuki bir haftadır gözüm gibi bakıyordum, sokakta haritaya bile bakmamaya çalışıyordum ki gözükmesin. Telefonun sigortası yoktu, çok pahalıydı ve eşimin hediyesiydi. Çok üzüldüm. Yan masadaki kadın "benim iki kere çaldılar, bir keresinde elimden zorla aldılar, yanımda bebek vardı" dedi. O zaman "en azından zor kullanmadılar ve bana bir şey olmadı" diye şükrettim. Ama kendimi berbat hissettim. 

O benim malımdı ve benden izinsiz aldılar. Ha bu arada ben dilenci kağıt açtı diye, benim eşyalarıma o pis kağıdı nasıl sürer diye kızmıştım. Meğer o pis elleriyle benim çok sevdiğim telefonumu çalmış. Alçak! Bir de diyorum ki, ne salak ya baygın bile bakmıyor. Gözümün içine bakıyor ama bık bık bık değil. 

İslam'da üç şeyi korumak gerekir, aman beş şeyi, din, hayat, akıl, mal, nesil. Buradaki "mal" hep şaşırtmıştı beni. Artık şaşırtmıyor. Gerçekten Kabe'nin kapısında dua ederken gelip de popomu avuçlayan adamın hissettirdiği gibi hissettirdi. O benim yani, ona nasıl el uzatabilirsin? 

O zaman da günlerce kendime gelememiştim, "birileri çok büyük kaybetti" demiştim. Şimdi de benden güvenimi aldı, ben her insana karşı şüpheyle mi yaklaşıcam yani? Ben insanlara güvenirim. Hele de öyle beyaz tenli, kara kaşlı kara gözlü güzel genç kızlara nasıl güvenmeyeyim? 

Neyse, çaldılar telefonumu. Ben kafeden polise telefon açtım, o an fark ettim ki eşimin telefon numarasını ezbere bilmiyorum. Mail atsam da gelse beni alsa olur mu dedim ama o da tam kesin çözüm değil, hemen görmez falan. Otobüse binsem şimdi otobüs de kalablık, okul çıkışı, bir de onu beklicem. En iyisi yürüyeyim dedim. Estağfurullah, estağfurullah diye diye yürüyorum ama o ayakları böyle sanki sopaymış da öne atıyormuşum gibi kullanıyorum. 

Ev, benim güvenli alanım. Bir yandan anahtarla açıp bir yandan zile bastım ve koyverdim ağladım. Çok kötü bir şey oldu, telefonumu çaldırdım dedim ama ağlamaktan diyemiyorum. Bir yandan çok fena tuvaletim gelmiş, bir yandan terlemişim, bir yandan ağlamamı durdurup anlatmaya çalışıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum ve tamamen kendimi kocama emanet ediyorum, o sağduyulu biri, tüm adımları söyler bana ne yapacağımı diye. 

Gözümün önünden hırsız gitmiyor. Anlatıp rahatlatmak istiyorum ama anlatabileceğim kişi kocam değil. O da zor bir durumda şuan. Sim kart çıkartman lazım dedi. Benle gelir misin dedim. Geldi. Telefon numaramı söylerken sesim ağlamaklı oldu. Telefoncudaki kız sorry bile demedi. İnsan azıcık insan olur. Neyse. Sonra eve geldik. Gel yeni telefon alalım dedi. Nasıl yani? Madem gidip hemen alabiliyoruz, neden sana da almıyoruz? dedim. Hop yeni bir tartışma konusu. 

Benim bluetooth klavyemle kafede bir şeyler yazarken telefonumu çaldırdığımı öğrenince çok sinirlendi zaten. Ona kadar iyiydi. Ama onun asla sevmediği şeyler, kafede yazı yazmak. bluetooth klavye falan. bilgisayar taşımaktan daha hafif ve mantıklı geliyor bana ama ona göre gösteriş yapmak. hayat tarzına, yaşayışına bakılırsa anlaşılır. ama bana bakınca da anlaşılır. Neyse, bağırış çağırış, bir sürü işin aksayışı, özür dileme ve kapanış.

Bu musibetin şöyle bir hayrı oldu. Günlerdir deprem bölgesiyle yatıyorum, depremzedelerle kalkıyorum. Tüm rüyalarımda arabaya biniyorum, Maraş'a doğru gidiyorum. Ama benim kıymetli bir malım çalınınca resmen şey oldu: Merveciğim sen Londra'nın kuzeyinde, Türklerin yoğun olduğu bir bölgede yaşıyorsun. Burası güvenli değil. Cebine, cüzdanına, kapına, pencerene sahip olmalısın. Elinde kıymetli ne var? Onlara sahip çıkmalısın.

Biz evin kapısını bile doğru düzgün kilitlemiyorduk. Artık kilitliyoruz.

Allah'ım sen koru.

Ha bir de, eşim kimseye söyleme dedi çalındığını, aramızda kalsın olur mu? 

Ayrıca yeni aldığımız telefon tamamen aynısı olmasına rağmen sanki öteki kadar "canavar" değil, biliyor musunuz? Sanki böyle her şeyiyle mükemmel değilmiş gibi. Çok tuhaf.

Ha son olarak, daha kötüsü olabilirdi kısmını düşünrükern şöyle bir aydınlanma yaşadım: yahu hırsızlığı yapan ben olabilirdim, çok şükür ben değilim dedim.

insanlar koca koca kitlelerin önüne geçip alenen yalan söylüyor, hırsızlık yapıyor. Bizim buraya taşınma sebeplerimizden en önemlisi de hırsızlara para kaptırmadan iş yapabilmekti. Yani rüşvet vermeden, birilerinin cebini doldurmadan, hakkaniyetli iş yapabilmek. 

Gittik burada telefonu kaptırdık iyi mi? 

Ayrıca polise bildirim yapıyorsunuz ama "bir şey çıkmaz" diyor herkes. Gerçekten İstanbul bu konuda çok güvenli. Bizde kapkaçın önünü çok güzel kestiler. Bunlar niye kesemiyor?

Halen daha mafya da var zaten buralarda. Şu kebapçı haraç vermiyor diye önüne etten duvar örmüşler falan diyorlar. Neler, neler. Eskiden daha betermiş diye anlatıyorlar hep.

Ben de anlatanların yalancısıyım ama şimdi emin olmadığımız şeyi de yaymamak lazım değil mi? Neyse şey diye dursun burada, Londra'da böyle dedikodular varmış.

Bunlar da belki tarihi veridir.

21 Şubat 2023 Salı

Yazma çabalarım

 Günlerdir aklımda yüz bin tane yazı var. Oturup bunları bloga yazayım diyorum. Hep de gece diyorum. Sonra diyorum ki, gece gece ekrana bakmayayım şimdi, uyuyayım. Tabi uyumak için de nefis yemek tariflerinden yemek tarifi bakıyorum. Anne köftesi nasıl yapılır, dolapta kıyma var, kıymalı hangi tarifleri yapabilirim falan filan.

Bugün charity’e giderken yanıma bluetooth klavyemi aldım ki çıkışta oturup bir yerde yazayım. Çıktım, şuan kafeye geldim, saçma sapan bir alışveriş yaptım ve oturup yazıyorum. Yan masada Türkler var ve onları dinleyip de asabım bozulmasın diye kulaklık taktım, onda da Ahmet Hakkı Turabi çalıyor, Allah razı olsun. Sermayem olan ömrümün bittiğini haber veriyor. Yandaki Türklerden çok daha hayırlı sözler söylediği kesin.

Ben de nasıl bir Londra’da yaşıyorum arkadaş, herkes Türk. Bir de ben gelirken burada sadece eğitimli üst düzey Türkler var sanıyordum. Ahahaha. Bir gülesim geliyor şuan. Merveciğim tüm o hayallerinin, tahminlerinin gözlerinden öperim.

Sabahtan beri de zihnimde yazıları döndürüp duruyorum ama gerçekten ne yazacaktım? Hiç bir fikrim yok. Dün çok kızgındım, onu mu yazmak istiyordum acaba? Günlerdir kabus görüyorum onu mu yazacaktım acaba?

Nimet Büşra’nın yazısı beni çok etkiledi. Sanki Saramago’nun Körlük kitabını okuyor gibiydim. Onla ilgili mi yazacaktım acaba? 

Bu deprem benim kişisel hayatımdaki travmaları hatırlatıp duruyor bana. Onu mu yazacaktım? Ve benim abimin bir gecede apar topar yurtdışına taşınması aslında beni öyle böyle değil, accayip etkilemiş, onu fark ediyorum şuan. Öteki abimin gidip de gelememesi ayrı bir olay zaten. Sürekli rüyamda abimleri görüyorum. Bir insanın kaç tane ailesi olabilir ki? Şimdi ben evlendim, benim minik ama kocaman bir ailem var. Okey. Ama bir de benim annem, babam ve abilerimden oluşan bir abim var. Onların da abileri var, anneleri var. Kafam yanıyor var ya. Akrabayı gözetmek gerekir mesela o akraba nereye kadar? Ben daha abimle doğru düzgün görüşemiyorum? Ya da bazen sinir oluyorum. Böyle omuzlarına, o güçlü kuvvetli kollarına vurasım geliyor. Nasıl yaptınız bunu siz nasıl düşebildiniz? Siz beni kurtaracak değil miydiniz? Nasıl oldu da ben sizi kollar oldum diyesim geliyor.

Tüm bunlar karışıyor. Geçen rüyamda bir yokuştan aşağıya iniyorum, yola çıkacakmışız, beni bekliyorlar diye acele ediyorum. Sonra eşime doğru koşuyorum, sonra bakıyorum o abim oluyor. Koşup koşup üstüne zıplıyorum, bi sarılıyorum, bis sarılıyorum. Kafayı yersin. 7 yıl mı oldu görüşmeyeli, kaç yıl olduysa. 2 evladını toprağa gömdü, bir tane evladı var, hala tuvaletini bezine yapıyor ama bıcır bıcır konuşuyor, kaç yaşındaysa işte. Aşırı tatlı sevmelik bir kız. Görseniz, hüngür hüngür ağlarsınız. Bir şekilde badisini gönderdiler bana kilitli buzdolabı poşedi içinde, kokladım, kokladım, kokladım. Çok güzel bir kız gibi kokuyor. Zaten oğlan dayıya, kız halaya benzer derler.

Ben herkesin kokusunu özledim. Acaba onlar da benim kokumu özlüyorlar mı? Sonuçta ben de o evin bir ferdiydim, sürekli annemle kavga ederdim. Süslenir, püslenir, saçlarımı ince ince örerdim. Üç telim var, ikisi de örerken döküldü diye abim söylenirdi. Sonra ben böyle mavi far sürmeli kendimi güzel zannettiren makyajlar yapardım. Küçüklüğümden beri ama çok büyümüyordum zaten o evde. Ne bileyim, abime blöf yapardım, çay koyayım mı derdim, o da ben alırım derdi. Ama aslında ikimiz de blöf yapardık yani, karşıdaki kalksın da alsın isterdik. Bunu fark edince gülerdik. Ama severdim yani abimi, o gelince çay demlerdim. Yengemi evde yalnız bıraktı da geldi diye üzülürdüm. 

Ben yengemi bile nasıl özledim biliyor musunuz? Onun kahkahalarını. Böyle ışık açma kapama düğmelerinin üstünde bile parıl parıl taşları vardı. Gülerdik, bu kadar da süslü olunur mu derdik. O kadar severdi ki, taşı tuşu alı pulu. Başkasında olsa kro derdik ama asla kro olmazdı, tam bir kadın, tam bir şıkıdım şıkıdım. 

Bir kere ben yine terapiye gitmiştim, kocaman bir çiçek alıp. Pardon, kocaman bir çiçek almak istemiştim ama bulamamıştım, minik ama pembe çiçeği olan bir kaktüs alıp gitmiştim. Hatice demiştim, bir terslik var, bunu çözelim. Ben bir adamla tanıştım, bunu kaçırmamam lazım. Ama böyle bana bakmasın bile istiyorum. Yaklaşmasın, görmesin güzelliğimi istiyorum. Yani yüzüme bile bakmasın anlıyor musunuz? Halbuki o gün, o ay için dört tane bilet almıştım. Yani ben her ayın başında şehirde hangi etkinlikler ver, oturur bakar kendime bilet alırdım. Bu sefer “madem birbirimizi tanımak istiyoruz, biletleri ona da alayım” demiştim. Hep o bir adım atıyordu, ben adım attım diye çok sevinmiştim. Akşam buluşunca, arabaya biner binmez “ben dört tane bilet aldım” demiştim. Hatta böyle dolu dolu sevinmişti. Uçmuştu yani, onu hissetmişti. Maksimum “teşekkürler” falan demiştir yani, adamı tanıyorum ama hissetmiştim onu. Ay canım. Neyse sonra yemeğe gittik. Bu arada beni Bağlarbaşı’ndan aldı, İsam’dan yani, Kuzguncuk Metet’e indik, o kadar kısa bir mesafede. Ben Metet’te buna sinir olmaya başladım, bana bakıyor, yemeğini ye, soğutma diyorum. 

Neyse işte sonra soluğu Hatice’de aldım, o da deşti, deşti, deşti. Meğer ben abimi özlemişim, o çıktı meydana. Sonra böyle bi ara bana çok kötü kokuyo gibi geldi, hatta yengemi aradım, yenge bak kimseye söyleme ama bu adam kokuyo dedim. Ama önceden kokmuyordu, sonradan kokuyordu. Abim de kokuyor muydu dedim. Yengem bastı kahkahayı. Kokuyordu Merve, sen ona söyleyeceksin, ben böyle severim diyeceksin dedi. Zaten ben anlıyordum, o psikolojik bir şeydi yani. Kaç aydır kokmayan adam yeni mi kokmaya başlamıştı? 

Zaten bu koku olayı beni çok zorluyor. Mesela İstanbul’a gidiyorum. Annemin evi artık başka kokuyor, aramızda kalsın ama yaşlı evi gibi kokuyor. Benim evim, yeni evlendiğimdeki ev gibi kokuyor. Hala böyle arada bir yerde kocamın eski evinin kokusu da olabiliyor. Sonra kayınvalidemlere gidiyorum, kafayı yiyecek gibi oluyorum. Bu sefer de başka bir koku. Herkes aynı deterjanı kullansa olmuyor mu sanki? 

Deterjan demişken, persilin renkliler için olan deterjanını aldım,  tüm havlular küflenmiş gibi kokuyor yani iğrenç. Gerçi tesco’nun lavantalı deterjanı da öyle kokuyordu. Acaba bizim ev mi kötü kokyuor? Ama beyazlar öyle kokmuyor. Deli olcam, bir ülkeden başka bir ülkeye geçince deterjanın oturması bile yıllar alabiliyor. Biz geleli 2 yıl oldu, en mükemmel kireç sökücüyü yeni bulabildim. Renkliler için deterjanı hala bulamadım. Zaten su kireçli, kıyafetlerim çok çabuk eskiyor artık. Ah ulan.

Uyan uykusu çok gözlerim uyan diyor şimdi de Ahmet Turabi Hocamın albümündekiler. Fatih Koca’nın sesine de benziyor ama bilemedim şimdi. Uyan demişlen, gece çok zor uyuduğum için sabah da uyanamıyorum. 10’da iş başı yapmam lazım charity’de. Ona bile güç bela yetişiyordum. Dün Matt’e dedim ki, ben 11’de gelsem olur mu? Kahvaltıdan sonra aceleyle de olsa kahvemi de içip geldim. Resmen insan gibiydim bugün yahu. Uyku düzenimi değiştiremeyince etrafımı ona göre değiştirmeye başladım iyi mi? İyi yani.

Bu sıralar biraz saçma sapan alışverişler yapar oldum. Mesela aslında daha karnım aç bile dğeil, humuslu mumuslu bir yiyecek aldım. Yanına da içecek, 10 pound verdim. Yani bi portakal suyu alsaydım, 3 pounda oturabilecektim. Evim de 15 dakika ötede. Hayır yani ben bu paraya 2 lahmacun falan da yerdim. Ama işte güvendiğimiz helal lahmacuncu evime yürüyerek 15 dakika değil. Olsun, bir gün o da olur inşallah.

Bir süredir hayatımı düzene sokmak istiyorum. Ben düzene sokmak istedikçe daha da berbat oluyor. Hayatımda ilk defa bir kot pantalonum yırtıldı. Yani hep dizim yırtılırdı ama bu sefer sığamadığım bir tarafları yırtıldı. Bir de bu büyük beden. Bir tek bu oluyor diye, sürekli bunu giyiyorum. Yeni de almıyorum ki zayıflayınca alırım diye. Kiloluyken zaten yakıştıramıyorum bir şey. Yani yine de yakışanı bulabiliyorum. Zaten diyetisyen senin fazla bi kilon yok, bunu kıyafetle saklarsın demişti. Ben de “Allah Allah, saklanır mı ki?” Demiştim. Ya zaten hala güzelim de işte böyle hantalım falan anlıyor musunuz? Ve bunu kabullenmek de istemiyorum. Ben bir mağazaya girdiğimde her kıyafetten alabiliyor olmak istiyorum. Metroda oturduğumda insanlara değmek istemiyorum, fazla yer kapladığımı hissetmek istemiyorum.

Sonra da hemen şöyle diyorum. Fazla yer kapliyim yani ne olacak? Daha çok Merve işte. Ben güzel biriyim, renkli biriyim, ışıldıyorum. Parlasın işte etraf.

Ama işte bazen de kendimi böyle soğuk mercimek çorbası gibi hissediyorum. Garip bir yeşil, aslında kırmızı mercimekmişim de zaten pişince böyle sararmışım, yeşermişim, bir şeyler olmuş. Bir de dolaba girmişim, iyice donmuşum. Heh işte öyle olunca da kimse beni görmesin istiyorum. Ama işte kapı gibiyim, nereye saklanacağım?

Sanatçının kitabı yolunda her gün 15 dakika yazı alıştırması yapmamız söyleniyordu. Bu öyle bir alıştırma olsun mu? Olsun.


12 Şubat 2023 Pazar

Kardeşlik

 Hepimizin kardeşi var. Yani tamam olmayanlar da var ama genelde olur yani insanın kardeşi. Olmasa da sağdan soldan duyarsın. Gıcık olursun mesela abine, kardeşinin saçını çekersin. Sonra büyürsün böyle yanlış yaptığını görürsün, engel olmaya çalışırsın. Sen yanlış yaparsın o gelir seni kurtarır. Korur kollar, cebine harçlığını koyar. Bi dayanışma içindesindir. Bazen saçma sapan giyinir, böyle de sokağa çıkılır mı dersin. Ama eninde sonunda dersin yani “o da öyle işte” ve kardeşindir. Bi bağın vardır. Seversin. İlişkin zayıfsa eksikliğini hissedersin. 


Ne uzun uzun anlatıcam yahu kardeşlik işte, bildiğiniz. 


İşte o bizim her fırsatta “ayy pilavı elle yiyorlar, görünce midem kalktı” dediğimiz “doluştular ülkeye şunlara bak, çalışmıyorlar da” dediğimiz kardeşlerimiz bize nasıl sahip çıktılar gördünüz mü? Kardeş işte. Varsın pilavı elle yesin. Patates kızartmasını geçtim, kızarmış tavuğu “finger food” diye pazarlayanların ne kadar kardeş olduğunu da gördük sonuçta. 

Steril ortamda ve o hamburgerin sarıldığı hafif yağlımsı bir kayıt olur ya böyle onun içinde. 

Ya da ben öyle hissediyorum. 


Selametle