tag:blogger.com,1999:blog-72881434362241464202024-03-06T02:10:26.721+00:00ay merveara ara aklıma bir bloğum olduğu geliyor ve yazıyorum, inanır mısınız?Unknownnoreply@blogger.comBlogger48125tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-81602095776446891022024-01-30T16:07:00.004+00:002024-01-30T16:07:52.047+00:00Filistinli Kadınlara Türkçe Öğretmeye Başladım<p>"Gazzeli kadınlara Türkçe öğretecek gönüllü öğretmen aranıyor" ilanına pat diye atladım tabi. Sonra kendimi çok güzel bir ekibin içinde buldum. Sonra karnıma ağrılar girdi. "Yapabilecek miyim? Nasıl yaparım? Ya vakitlerini boşa harcarsam?" diye diye ilk derse girdim. Ve yaptım. Sadece çok hızlı ilerlemiş olabilirim. Genellikle yavaş olmam konusunda uyarılırım zaten, sorun değil.</p><p>Birbirinden güzel dört kadın gördüm bugün. Ama sanırım 6 kişiler toplam. Bir yandan "merhaba, nasılsın, iyiyim sen nasılsın?" bunları öğretirken bir yandan da kadınlara bakıp bakıp mutlu oldum. İçimden şöyle şeyler geçti:</p><p>Evet, anlatıldığı gibi Filistinliler öğrenmeyi çok seven insanlar.</p><p>Evet, ilgili ve zekiler.</p><p>Ne güzel gülüyorlar.</p><p>Bize Filistinlileri hep çok güzel anlatan herkese müteşekkirim. </p><p>Bize neden Suriyelileri böyle anlatmadılar? Aynıları orada da oldu.</p><p>1 saat ders yaptık. Sonra onlara "Hoşça kal ve güle güle"yi öğretip kapattım dersi. Elimde değil, sürekli öpücük gönderiyorum kadınlara. Afferin derken öpüveriyorum. Tüm Türkleri benim gibi sulu sanmazlar inşallah.</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-64302823264643468692023-03-12T21:03:00.001+00:002023-03-12T21:03:13.559+00:00güvenlik<p>Telefonu çaldırdığımdan beri kapıyı pencereyi çok sıkı kapatıyorum. Dışarı çıkarken telefonu nereye saklasam diye düşünüyorum. İkide bir kontrol ediyorum. Aman şimdi şunu yapmayayım, bunu yapmayayım, neme lazım hemen eve geri döneyim diyorum. Eski telefonumla mı hayatıma devam etsem, bu evde kalsa, evde kullansam diyorum. Camide normalde çantamı falan koyarım bir yere ve "burası güvenli" der, bırakırım. Artık hiç öyle şeyler yapmıyorum.<br /><br />Benden telefonumu değil, güven duygumu çaldılar. Yani ben hemen herkese güvenebilen bir insanım. Şimdi biri yanıma yaklaşsa hemen "hırsız mı acaba" diyorum. Sanki herkes bana kötülük yapabilirmiş gibi. Tamam, yapabilir de, ama böyle yaşamak çok zor değil mi?<br /><br />Bir yandan da saybır sekuriti olan eşim belki de sürekli böyle dolaşıyor? Belki de o yüzden kimseye bir şey anlatmıyor ne bileyim? Zaten gitmişim onun beni "sakın söyleme" diye tembihlediği bir şeyi babama söylemişim. Yani ben bu meseleyi tamamen unutmuşum. "Konuştuk bunu" falan dedi, sinirlendi. Haklı da. </p><p>Sonra benim de namaz kılarken aklıma şey geldi. Benim İngiltere'de şirketim olduğunu ailelerimize söylemeyecektik. Sonra o pat diye babamların yanında söyledi bunu. Biz aramızda konuşmadık ve tamamen benle ilgili bir mesela. Bari orada annem olmasaydı yani neden söyledin ki şimdi bunu? </p><p>Ama ben bunla ilgili ona kızmadım. Mesela çayı da çok açık demliyor ama ben "çok açık olmuş" diyorum sadece. O olsa saatlerce alır sazı eline, sana güvenemeyecek miyim diye başlar. Aman ya.</p><p>Ben zaten bu işleri hiç beceremiyorum. Güvenim elimden alındı diyorum ya. muhtemelen o eşimin söyleme dediğini söyleyerek ben de onun güvenini elinden aldım. Ama gerçekten bilerek yapmadım ve ben böyle şeyleri aklımda tutamıyorum yani. Benden beter insanlar da var yani bu bir mazeret değil ama bazı insanlar unutkan işte.</p><p>Ayrıca insan hata yapan bir varlık yani? Robot muyum ben? Değilim. İyi ki değilim yüce Rabbime binlerce şükür. </p><p>Ben de birilerinin güvenini sarsıyormuşum demek telefonunu çalarak değil. Ve verdiğim zarar o kadar büyük değildir yani bence mantıken kıyaslanamaz bile. Ama biliyorsunuz, zihnim pek sağlıklı çalışmıyor. Ay bu arada "acaba ilaçlar mı beni bu kadar unutkan yapıyor" dedim ilk, sanki eskiden bu kadar şapşik değilmişim gibi.</p><p>Neyse, ne yapıyorduk? O sevmediğimiz duyguda kalıyorduk. Anda kalıyorduk. Kaldım işte mal gibi iğrenç bir duygu ama kalıyorum.</p><p>Bir de şu güvenlik meselesiyle ilgili aslında başlı başına bir yazıyı hak eden şey var. Onu da anlatayım.</p><p>Geçen akşam arabayı park ettim, camiye doğru gidiyorum, akşam yeni okunmuş, hava yeni kararıyor yani. Bir kadın böyle telaşla "buralarda küçük bir çocuk gördünüz mü" dedi. "hayır, ben yeni geldim" dedim. benden önce bi adama sordu, adam da "ben yeni çıktım şu binadan" dedi. kadın telaşla bakınmaya devam etti. </p><p>Ben hemen "bu bir tuzak mı? hırsızlık yapmak için dikkat mi dağıtmaya çalışıyorlar" dedim. sonra kıpkırmızı montumla kabak gibi ortada olduğumu, etrafımda binalar olduğunu, o kadar da ıssız bir yerde olmadığımı, şu duvarı aşsam zaten kalabalığa varacağımı düşündüm. inşallah zor kullanıp ceplerimi boşaltmazlar falan dedim. </p><p>Sonra ikinci ihtimal aklıma geldi, ya gerçekse? ya gerçekten kadın çocuğunu kaybetmişse? Bu çok korkunç bir ihtimal. Hem herhangi bir çocuğun kaybolması çok korkunç hem de o kadının polise bildiremeyecek olması da çok korkunç. Çünkü polise dese ki "ben çocuğumu kaybettim" o polis o çocuğu bulur ve "demek buna bakamayacak kadar sorumsuz birisin" der ve elinden alır. yani kadın çaresiz bir durumda ve devlete de haber veremiyor. halbuki o bir çocuk, kadının bir dalgınlık anında alıp başını gitmiş olabilir ya da daha kötüsü, birisi alıp götürmüş olabilir. ha bir de, kadın aramasa bile etraftakiler görüp şikayet edebilir ve yine çocuk elinden alınabilir.</p><p>Bunlar bana hep şehir efsanesi gibi gelirdi ama geçende Hacı Teyzemler anlattı. Burada Türk bir aile, sanırım Kayserililer, çocuklarını büyük çocuklarına emanet edip hacca gidiyorlar, bir aylığına. burada kalan çocuklardan biri arkadaşlarıyla dışarı çıkmak istiyor. büyük abi de emanet çocuklar bir şey olur şimdi diye izin vermiyor. üsteleyince odaya kilitliyor çocukları ki çıkmasınlar. sonra bu çocuk o odadan polisi mi arıyor, arkadaşlarını mı arıyor. sanırım arkadaşlarını arıyor, onlar da polise haber veriyorlar. polis geliyor alıyor evden. anne-baba hacdan bir geliyor, çocuklar yok, polis almış götürmüş. sosyal devlet ya. "sen anne olsaydın bir aylığına bırakıp gitmezdin" diyorlar. ve ne yaptıysalar çocukları vermiyorlar. 18 yaşına kadar devlet korumasındalar. öyle bir imtihan. Allah korusun.</p><p>Allah korusun gerçekten, her türlü kazan beladan. Bizim aklımıza gelmeyecek ne imtihanlar var.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-67037547893935807192023-03-01T20:55:00.002+00:002023-03-01T20:55:55.953+00:00Başörtüm ve Ben<p><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; font-weight: 700; text-align: justify; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Dikkat: </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; text-align: justify; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Bu bir 28 Şubat yazısı değildir. Lütfen arka fondaki enstrümantal müziği kapatınız.</span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; font-weight: 700; text-align: justify; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> </span></p><span id="docs-internal-guid-e7b2b926-7fff-91ef-7c37-b093f4f40e2c"><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Ben başörtüsü deyince, herkes 28 şubat diyor, Google’lamasam bilmem valla, 28 Şubat ne zaman? Baktım 97’ymiş. Ben 7 yaşındayken. İlk çıkan fotoğraflardaki kızlardan biri benim liseden arkadaşımdı. Eylemlere katıldığı için sınıfta kalmıştı, vay be demiştim, dava adamı. Artık ne demekse, bunu çok duyuyordum. Her neyse, benim hikayem şöyle başladı:</span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Çok erkekli bir ailenin, biricik, en küçük kızıyım. El bebek gül bebek büyütüldüm. Öte yandan, abilerim birbirlerinin izinden giderken, benim izinden gidebileceğim bir ablam yoktu. Annem vardı ama o da pek benim olmak istediğim birine benzemiyordu. Ben profesör olmak istiyordum, hiç annem gibi bir profesör görmemiştim. Öğretmen olmak istiyordum, annem gibi bir öğretmen? Mümkün değil! Benim annem pantolon bile giymezdi.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Ben tayt giymek isterdim, sıfır kol giymek isterdim. Arkadaşlarımın hepsi giyerdi. Ama ben giyemezdim. Daha cicili biçili ama çaktırmadan kapatılmış kollarla elbiseler dikilirdi. Bazen boyumun uzunluğu bahane edilirdi ama bilirdim, minnacık da olsam giydirmezlerdi. Neyse bunları geçiyorum, elbet bir gün başımı bağlayacağımı biliyordum. Ama ben mantıklı kızdım, öyle bir şey kültür diye gelenek diye yapmazdım. Kur’an’da mı yazıyor ve bu benim kutsal kitabım mı? “O zaman bağlarım” demiştim. Bağladım. Annem havalara uçtu, babam ne yaptı bilmiyorum, öğretmenim beni kucağına alıp döndürdü sınıfın ortasında. Kendi açıktı ama nasıl da sevinmişti öyle, hayret doğrusu.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Sadece servisle okula gidip gelirken takıyordum ama, mahalledeki arkadaşlarım beğenmezdi beni öyle. Bir de anneleri sürekli kenara çekip vaaz verirdi bana, daha gençsin, saçlarına yazık, annen gibi mi olacaksın.... Ben de sokağa çıkmayı bıraktım, bilgisayarın başına geçtim. 10 parmak ve bu kadar hızlı yazabiliyorsam, o günlerden hatıra. </span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Okula gidince de çıkarıp dolaba koyuyordum başörtümü, okula giderken takılmaz çünkü. Dershaneye gidince de çıkarıp çantama koyuyordum, eğitim kurumlarında başörtüsü olmaz çünkü. Okurken çıkarıyorum işte ama benim gibi çıkaranların olduğunu bilmek güzel, yalnız hissetmiyorum.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Liseye giriş sınavları, ben bir Anadolu lisesini kazandım, yabancı dili Almanca, of ne okuldu ama! Ortaokulda koleje gitmişim zaten İngilizcem iyi, bir de üstüne Almanca öğreneceğim. Ama şimdi oradaki tek tük başörtülüden biri olacağım, kapının bile dışında sokakta, kaldırımda çıkarıp koyacağım çantama başörtümü. Herkes bilecek benim başörtülü olduğumu, ezik diyecek, köylü diyecek, anası babası zorla kapatmış diyecek. Öf ya! Kayıt olmaya gittiğimde de sekreter kadının kırmızı ojelerine, etraftaki sigara dumanına acayip sinir oldum, “anne gel çıkalım buradan” dedim. </span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">O sırada dıdısının dıdısı ama Amerikalarda okumuş bir tanıdık telefon açtı, Kadıköy ya da Kartal İmam Hatip’e baksanıza bir, çok başarılı okullar dedi. Baktık, başarılı olduklarına ikna olduk, diploma notuyla alınan bölüme yazıyoruz, sonuç ne olur bilemeyiz mırın kırın, nihayetinde kaydolduk. </span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Okul formasında başörtüsü var, ilginç. Etekler upuzun, hayret. İlk gün abim bıraktı okula. Böyle gözlerim dolu dolu, sıraya falan geçtik. Bekliyorum ne zaman başımızı açacağız, kimse açmıyor. İstiklal Marşını başörtülü okuduk. Oha artık! “Herhalde içeriye geçince açacağız, böyle derse girecek halimiz yok ya?” diyorum. Peheyy, meğer öğrenciler başlarını açmamak için kapılara zincirlemişler, haberlere çıkmışlar. Ben hiç haber de mi izlemiyor muşum? Valla hiç duymamıştım, bir kere babam bizi yolun kenarına götürmüştü böyle el ele tutuşmuştuk tanımadığımız bir sürü adamla, İstanbul’dan Ankara’ya yol mu gidecekmiş ne? Ama onda da şöyle bir durmuştuk, tarafımız belli olsun diye, çıkmıştık.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Neyse ben öğrendim ki, Kur’an’da yazıyorsa çıkarılmazmış, direnmek gerekirmiş, öyle baş açıp da üniversiteye gitmek neymiş. Tutturdum bu sefer açmam. Puanım kırılırsa kırılsın, başka liseye de geçmem. Üniversiteye gidemezsem gidemeyeyim. Hem belki giderim de herkes Viyana’ya gidiyor.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Viyana kısmı ayrı bir öfke nöbeti. Girmiyorum. Ben beni başörtümle alabilecekleri tek üniversite olan ilahiyattan zerre haz etmiyorum. Çünkü maalesef etrafımda gördüğüm ilahiyat mezunları şöyle; yürüyen kül tablaları, köylü kafalarını bize dayatmaya çalışan pısırık adamlar. Cemal Hocam hariç. Hepsine ayrı kızıyorum. Ben Almancayı, Anadolu Lisesi’ni bırakmış gelmişim, bana burada ders bile anlatmıyorlar. Üniversite sınavına kaydolurken “okuyup da ne yapacaksın? Okusan doktorla evleneceksin, okumasan yine evleneceksin” diyorlar, açık açık. Bu kafadaki adamların olduğu yere gitmek istemiyorum. Asla! </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Neyse sonra arkadaşım gidiyor ilahiyata, her sene çok az ilahiyat öğrencisi alıp yetiştiren müthiş bir kütüphaneye rast geliyor, her akşam bana anlatıyor, Merve Amerika’da yapmışlar doktorayı bak hiç ilahiyatçı gibi değiller bilmem ne. Tamam diyorum ben de gideyim de o kütüphaneye gireyim ben de. İlahiyata çok takılmam, kütüphaneden sonuna kadar faydalanırım, falan filan.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">İlahiyata gidiliyor, mezun olunuyor. KPSS’ye öylesine giriliyor, çok düşük bir puanla öğretmen olunuyor, puanım gerçekten şaka gibi. Böyle söylentiler dolaşıyor, başörtülü girmemize izin veriliyor muymuş falan? Vay, ülkede hala başörtüsü sorunu var değil mi diyorum, neyse derse girmeme izin vermezlerse direnirim, kaybedecek bir şeyim de yok zaten diyorum. Hem ben asıl akademisyen olmak istiyorum, rahat rahat yüksek lisansımı yaparım.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Kılık kıyafet serbestisi, derslere rahatça giriyorum. Bir yandan üniversitede dersler, tez dönemi derken tezin sahasını yapıyorum. İnsanlara şunu soruyorum: İstanbul deyince aklınıza ne geliyor? Bana durup durup hükümetten bahsediyorlar. Anlamıyorum, ben size İstanbul soruyorum, bu bilimsel bir araştırma, hükümet ne alaka? Partiden misiniz diyor biri? Lan manyak mısın, tarafsız bilim yapmaya çalışıyoruz şurada!</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Savruluyorum, mülakatlar bitiyor ama ben her seferinde sarhoş gibi oluyorum. Ulan bilim milim yapacağız dedik ama bu önyargılarla nasıl yapacağız? Ben hükümetin adamı mıyım? Valla ben pek oy moy vermem diye bağırsam da duymazlar herhalde. Gezi zamanı gördük, en yakın arkadaşlarım bile söylediklerime değil giydiklerime bakıyordu. Öf hepsi ayrı can sıkıcı…</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Diyorum ki ben en iyisi bu eşarbı çıkarayım. Annem üzülür ama geçer, babam bir şey demez. Arkadaşlarım ne derse desin, hocam ne der acaba? Tamam çıkardım bu sefer de kendimi bildim bileli en fazla sorduğum soru “ne giyeceğim?” Elbiselerin boyu ne kadar olacak? Kısa kol giyme derecem ne olacak? Saçlarımı nasıl yaparım? </span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">O zaman da çiçekli elbiseli kız olurum, sarışın kız olurum, saçlarını şöyle toplayan kız olurum, bu elalemin ağzı torba değil ki büzesin, hep bir şey derler illa. Ben en iyisi bu saçları pembeye boyayım. Pembe saçlı kız olayım ama bu benim için oyun olsun. Başörtüsü de benim için avantaja dönüşsün. Kimliğimi gizleyebileyim. Siz beni varoş cahil cühela bilmem ne sanın ama ben aslında pembe saçlı kız olayayım. Sizi gidi salaklar! Hem böylelikle açamam da başımı. Çünkü gerçekten uğraşamam pembe saçlı kız olarak anılmakla. Ben düz Merve olmak isterim. Olamazsam da sizi böyle kandırırım işte.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Sonra ben Haziran’da Fransa’ya gidiyorum, çok sevdiğim kendi alanımda bir dernekte sunum yapacağım, tezimi anlatacağım. Dernek başkanı beni çok seviyor, elimi tutuyor, gözleri doluyor. “Buraya Türkiye’den gelen ilk kişisin” diyor. Bir tek başkan değil, bence herkes beni seviyor. Etrafıma bakıyorum, iyi ki buraya ilk ben geldim diyorum. Ve iyi ki de başörtümle geldim. Başörtüm ve güler yüzümle Türkiye’den gelen kız olmak çok güzel, ayrıca rengarenk kolyelerim de çok tatlı değil mi?</span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span></span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Daha sonra ben kendimi Umre’de buluyorum. Aylardan Ocak. Nasıl zor bir ibadet o öyle, kalbim sıkışıyor, bir şey hissedemiyorum, Allah’ım diyorum ben herhalde münafığım, bir şey hissedemiyorum. Olmuyor bir türlü, neyse dualar, tavaflar, yavaş yavaş oluyor sanki bir şeyler. Umre bitti, ihramdan çıkacağız. Saçlarımızı keseceğiz. “Otele gidince keselim” diyorlar. Hayır şimdi keselim diyorum, anlamıyorlar sabırsızlığımı, allem ediyorum kallem ediyorum iki arada bir derede o bir tutam saçı kesiyorum. Böyle bakıyorum, pespembe. Ama ne kadar da güzel pembe! Hoplaya zıplaya otele dönüyorum. Saçı komodinin üzerine koyuyorum, durup durup bakıyorum: Allah’ım diyorum, ben bunun imtihanını çok ağır verdim, ama çok ağır...</span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span></span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> </span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Yani sandım ki ben onla imtihan oldum, bitti. Yok arkadaş, google’lamasam yılını bilemeyeceğim başka olaylar, başka yaftalamalar, başka sorular, başka sunumlar, başka hatırlatmalar. Biter mi sandınız acılar?</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; font-weight: 700; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Lütfen: </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">“Bu bizim merve mi ya” diye çok sorgulamayınız, araştırmayınız. Sadece yorgunluğumu ifade etmek istedim. Benim gibi yorgun hissedenler vardır belki de burada üzerine konuşuruz diye. Yoksa çok şükür öğrendim “olanda vardır bir hayır” demeyi, hikayemi sürekli başa sarıp “başka türlüsü mümkün müydü?” diye sormayı bırakmayı. </span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Hassasiyetiniz için teşekkür ederim.</span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; font-weight: 700; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> </span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; font-weight: 700; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">İmza: </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Herhangi bir merve.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.7999999999999998; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">(Bu yazıyı 2020'de Halenur Çalışan'ın yazarlık atölyesinde yazmıştım. Bir tarihle ilgili bir yazı yazın demişti, ben de 28 Şubat'tan bahsetmeyi hiç sevmem, yazayım da bitsin gitsin kurtulayım diye yazmıştım. Bitmedi ama iyi oldu. Reçel'e gönderdim mi hatırlamıyorum. Ama belli ki göndermek için düzenlemişim.)</span></p><div><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 12pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span></div></span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-31400727735167320102023-03-01T12:15:00.001+00:002023-03-01T12:15:19.707+00:0028 şubat<p> Dün 28 şubatmış. Yeminle hangi yıla denk geldiğini bilmiyorum ama 33 yaşındayım, hala etkiliyor beni. Koca koca böyle ağız dolusu küfürler etmek istiyorum. Gencecik halimde “biz büyüyünce böyle adaletsizler yapmayacağız” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra büyüdük ve benim böyle koca koca küfürler etme isteğim devam etti. Ağzım açık kalakaldım. “Biz” kimmişiz üzerinde epey düşündüm. Allah’ım sen beni bu dünyada da ahirette de salihlerle beraber kıl. Amin.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-24870006757492638062023-02-27T22:59:00.002+00:002023-02-27T22:59:56.274+00:00Rızık nedir?<p> Bugün bir öğrencim “rızık nedir” diye sordu. Sonra oradan çıktım, Serdar Hoca’yı ve oğullarını aldım. Hacı Teyzelere gittik hep birlikte. Yedik içtik, elhamdulillah, muhabbet ettik. Sorda Serdar Hoca bülbüllü bir şarkı söyledi. Asr suresini okudu ve kapanış. Bu rızık değildir de nedir?</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIB24bzpryYecHttH5jwnA7_y_E5ikW0vbIKJQtcb_I9pgGsUrOrfg915od6ll3jV4lrKH1IPJCa5fTKY7FbC0jyxm42bd8ok09H8wdy-Y7d3Mf6JaHQ-ClWa-iCqfQHThLeaU_lvNP2moGq90hiGdyux6QgnPy4Ajmc5QvYQfZ22sKIR-EhjyDdjPig/s1600/844FE29E-99CE-4412-8438-21FD13F16BFB.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIB24bzpryYecHttH5jwnA7_y_E5ikW0vbIKJQtcb_I9pgGsUrOrfg915od6ll3jV4lrKH1IPJCa5fTKY7FbC0jyxm42bd8ok09H8wdy-Y7d3Mf6JaHQ-ClWa-iCqfQHThLeaU_lvNP2moGq90hiGdyux6QgnPy4Ajmc5QvYQfZ22sKIR-EhjyDdjPig/s320/844FE29E-99CE-4412-8438-21FD13F16BFB.jpeg" width="320" /></a></div><br /><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-38521845456050783202023-02-24T14:43:00.001+00:002023-02-24T14:43:27.644+00:00Telefonum Çalındı<p>Bundan bir önceki gönderiyi yayınladıktan bi 5-10 dakika sonra. Oturduğum cafede masaya biri geldi. ben dilenci sandım, kovdum, kovdum, gitmedi. tekrar geldi. Önüme saçma salak bir kağıt açtı. meğer alttan telefonumu çalmış. Sonra gitti. Gittiğini gördüm. Ben başörtülüyüm ve tekim diye duygularımı sömürdüğünü sanmıştım. Tam bunu anlatıp tivit atacaktım ki baktım telefonum yok. Hemen bağırdım, yan masadakilere eşyalarımı emanet ettim. Peşinden koştum, ama ne yapacaktım ki? Kayıplara karışmıştı. </p><p>Kendimi çok aptal hissettim, tacize uğramış gibi de hissettim. Bir anda oldu ve geri alamadım. Halbuki bir haftadır gözüm gibi bakıyordum, sokakta haritaya bile bakmamaya çalışıyordum ki gözükmesin. Telefonun sigortası yoktu, çok pahalıydı ve eşimin hediyesiydi. Çok üzüldüm. Yan masadaki kadın "benim iki kere çaldılar, bir keresinde elimden zorla aldılar, yanımda bebek vardı" dedi. O zaman "en azından zor kullanmadılar ve bana bir şey olmadı" diye şükrettim. Ama kendimi berbat hissettim. </p><p>O benim malımdı ve benden izinsiz aldılar. Ha bu arada ben dilenci kağıt açtı diye, benim eşyalarıma o pis kağıdı nasıl sürer diye kızmıştım. Meğer o pis elleriyle benim çok sevdiğim telefonumu çalmış. Alçak! Bir de diyorum ki, ne salak ya baygın bile bakmıyor. Gözümün içine bakıyor ama bık bık bık değil. </p><p>İslam'da üç şeyi korumak gerekir, aman beş şeyi, din, hayat, akıl, mal, nesil. Buradaki "mal" hep şaşırtmıştı beni. Artık şaşırtmıyor. Gerçekten Kabe'nin kapısında dua ederken gelip de popomu avuçlayan adamın hissettirdiği gibi hissettirdi. O benim yani, ona nasıl el uzatabilirsin? <br /></p><p>O zaman da günlerce kendime gelememiştim, "birileri çok büyük kaybetti" demiştim. Şimdi de benden güvenimi aldı, ben her insana karşı şüpheyle mi yaklaşıcam yani? Ben insanlara güvenirim. Hele de öyle beyaz tenli, kara kaşlı kara gözlü güzel genç kızlara nasıl güvenmeyeyim? <br /><br />Neyse, çaldılar telefonumu. Ben kafeden polise telefon açtım, o an fark ettim ki eşimin telefon numarasını ezbere bilmiyorum. Mail atsam da gelse beni alsa olur mu dedim ama o da tam kesin çözüm değil, hemen görmez falan. Otobüse binsem şimdi otobüs de kalablık, okul çıkışı, bir de onu beklicem. En iyisi yürüyeyim dedim. Estağfurullah, estağfurullah diye diye yürüyorum ama o ayakları böyle sanki sopaymış da öne atıyormuşum gibi kullanıyorum. </p><p>Ev, benim güvenli alanım. Bir yandan anahtarla açıp bir yandan zile bastım ve koyverdim ağladım. Çok kötü bir şey oldu, telefonumu çaldırdım dedim ama ağlamaktan diyemiyorum. Bir yandan çok fena tuvaletim gelmiş, bir yandan terlemişim, bir yandan ağlamamı durdurup anlatmaya çalışıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum ve tamamen kendimi kocama emanet ediyorum, o sağduyulu biri, tüm adımları söyler bana ne yapacağımı diye. </p><p>Gözümün önünden hırsız gitmiyor. Anlatıp rahatlatmak istiyorum ama anlatabileceğim kişi kocam değil. O da zor bir durumda şuan. Sim kart çıkartman lazım dedi. Benle gelir misin dedim. Geldi. Telefon numaramı söylerken sesim ağlamaklı oldu. Telefoncudaki kız sorry bile demedi. İnsan azıcık insan olur. Neyse. Sonra eve geldik. Gel yeni telefon alalım dedi. Nasıl yani? Madem gidip hemen alabiliyoruz, neden sana da almıyoruz? dedim. Hop yeni bir tartışma konusu. </p><p>Benim bluetooth klavyemle kafede bir şeyler yazarken telefonumu çaldırdığımı öğrenince çok sinirlendi zaten. Ona kadar iyiydi. Ama onun asla sevmediği şeyler, kafede yazı yazmak. bluetooth klavye falan. bilgisayar taşımaktan daha hafif ve mantıklı geliyor bana ama ona göre gösteriş yapmak. hayat tarzına, yaşayışına bakılırsa anlaşılır. ama bana bakınca da anlaşılır. Neyse, bağırış çağırış, bir sürü işin aksayışı, özür dileme ve kapanış.</p><p>Bu musibetin şöyle bir hayrı oldu. Günlerdir deprem bölgesiyle yatıyorum, depremzedelerle kalkıyorum. Tüm rüyalarımda arabaya biniyorum, Maraş'a doğru gidiyorum. Ama benim kıymetli bir malım çalınınca resmen şey oldu: Merveciğim sen Londra'nın kuzeyinde, Türklerin yoğun olduğu bir bölgede yaşıyorsun. Burası güvenli değil. Cebine, cüzdanına, kapına, pencerene sahip olmalısın. Elinde kıymetli ne var? Onlara sahip çıkmalısın.</p><p>Biz evin kapısını bile doğru düzgün kilitlemiyorduk. Artık kilitliyoruz.</p><p>Allah'ım sen koru.</p><p>Ha bir de, eşim kimseye söyleme dedi çalındığını, aramızda kalsın olur mu? </p><p>Ayrıca yeni aldığımız telefon tamamen aynısı olmasına rağmen sanki öteki kadar "canavar" değil, biliyor musunuz? Sanki böyle her şeyiyle mükemmel değilmiş gibi. Çok tuhaf.</p><p>Ha son olarak, daha kötüsü olabilirdi kısmını düşünrükern şöyle bir aydınlanma yaşadım: yahu hırsızlığı yapan ben olabilirdim, çok şükür ben değilim dedim.</p><p>insanlar koca koca kitlelerin önüne geçip alenen yalan söylüyor, hırsızlık yapıyor. Bizim buraya taşınma sebeplerimizden en önemlisi de hırsızlara para kaptırmadan iş yapabilmekti. Yani rüşvet vermeden, birilerinin cebini doldurmadan, hakkaniyetli iş yapabilmek. </p><p>Gittik burada telefonu kaptırdık iyi mi? </p><p>Ayrıca polise bildirim yapıyorsunuz ama "bir şey çıkmaz" diyor herkes. Gerçekten İstanbul bu konuda çok güvenli. Bizde kapkaçın önünü çok güzel kestiler. Bunlar niye kesemiyor?</p><p>Halen daha mafya da var zaten buralarda. Şu kebapçı haraç vermiyor diye önüne etten duvar örmüşler falan diyorlar. Neler, neler. Eskiden daha betermiş diye anlatıyorlar hep.</p><p>Ben de anlatanların yalancısıyım ama şimdi emin olmadığımız şeyi de yaymamak lazım değil mi? Neyse şey diye dursun burada, Londra'da böyle dedikodular varmış.</p><p>Bunlar da belki tarihi veridir.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-47827625056379545762023-02-21T15:01:00.001+00:002023-02-21T15:01:51.959+00:00Yazma çabalarım<p> Günlerdir aklımda yüz bin tane yazı var. Oturup bunları bloga yazayım diyorum. Hep de gece diyorum. Sonra diyorum ki, gece gece ekrana bakmayayım şimdi, uyuyayım. Tabi uyumak için de nefis yemek tariflerinden yemek tarifi bakıyorum. Anne köftesi nasıl yapılır, dolapta kıyma var, kıymalı hangi tarifleri yapabilirim falan filan.</p><p>Bugün charity’e giderken yanıma bluetooth klavyemi aldım ki çıkışta oturup bir yerde yazayım. Çıktım, şuan kafeye geldim, saçma sapan bir alışveriş yaptım ve oturup yazıyorum. Yan masada Türkler var ve onları dinleyip de asabım bozulmasın diye kulaklık taktım, onda da Ahmet Hakkı Turabi çalıyor, Allah razı olsun. Sermayem olan ömrümün bittiğini haber veriyor. Yandaki Türklerden çok daha hayırlı sözler söylediği kesin.</p><p>Ben de nasıl bir Londra’da yaşıyorum arkadaş, herkes Türk. Bir de ben gelirken burada sadece eğitimli üst düzey Türkler var sanıyordum. Ahahaha. Bir gülesim geliyor şuan. Merveciğim tüm o hayallerinin, tahminlerinin gözlerinden öperim.</p><p>Sabahtan beri de zihnimde yazıları döndürüp duruyorum ama gerçekten ne yazacaktım? Hiç bir fikrim yok. Dün çok kızgındım, onu mu yazmak istiyordum acaba? Günlerdir kabus görüyorum onu mu yazacaktım acaba?</p><p>Nimet Büşra’nın yazısı beni çok etkiledi. Sanki Saramago’nun Körlük kitabını okuyor gibiydim. Onla ilgili mi yazacaktım acaba? </p><p>Bu deprem benim kişisel hayatımdaki travmaları hatırlatıp duruyor bana. Onu mu yazacaktım? Ve benim abimin bir gecede apar topar yurtdışına taşınması aslında beni öyle böyle değil, accayip etkilemiş, onu fark ediyorum şuan. Öteki abimin gidip de gelememesi ayrı bir olay zaten. Sürekli rüyamda abimleri görüyorum. Bir insanın kaç tane ailesi olabilir ki? Şimdi ben evlendim, benim minik ama kocaman bir ailem var. Okey. Ama bir de benim annem, babam ve abilerimden oluşan bir abim var. Onların da abileri var, anneleri var. Kafam yanıyor var ya. Akrabayı gözetmek gerekir mesela o akraba nereye kadar? Ben daha abimle doğru düzgün görüşemiyorum? Ya da bazen sinir oluyorum. Böyle omuzlarına, o güçlü kuvvetli kollarına vurasım geliyor. Nasıl yaptınız bunu siz nasıl düşebildiniz? Siz beni kurtaracak değil miydiniz? Nasıl oldu da ben sizi kollar oldum diyesim geliyor.</p><p>Tüm bunlar karışıyor. Geçen rüyamda bir yokuştan aşağıya iniyorum, yola çıkacakmışız, beni bekliyorlar diye acele ediyorum. Sonra eşime doğru koşuyorum, sonra bakıyorum o abim oluyor. Koşup koşup üstüne zıplıyorum, bi sarılıyorum, bis sarılıyorum. Kafayı yersin. 7 yıl mı oldu görüşmeyeli, kaç yıl olduysa. 2 evladını toprağa gömdü, bir tane evladı var, hala tuvaletini bezine yapıyor ama bıcır bıcır konuşuyor, kaç yaşındaysa işte. Aşırı tatlı sevmelik bir kız. Görseniz, hüngür hüngür ağlarsınız. Bir şekilde badisini gönderdiler bana kilitli buzdolabı poşedi içinde, kokladım, kokladım, kokladım. Çok güzel bir kız gibi kokuyor. Zaten oğlan dayıya, kız halaya benzer derler.</p><p>Ben herkesin kokusunu özledim. Acaba onlar da benim kokumu özlüyorlar mı? Sonuçta ben de o evin bir ferdiydim, sürekli annemle kavga ederdim. Süslenir, püslenir, saçlarımı ince ince örerdim. Üç telim var, ikisi de örerken döküldü diye abim söylenirdi. Sonra ben böyle mavi far sürmeli kendimi güzel zannettiren makyajlar yapardım. Küçüklüğümden beri ama çok büyümüyordum zaten o evde. Ne bileyim, abime blöf yapardım, çay koyayım mı derdim, o da ben alırım derdi. Ama aslında ikimiz de blöf yapardık yani, karşıdaki kalksın da alsın isterdik. Bunu fark edince gülerdik. Ama severdim yani abimi, o gelince çay demlerdim. Yengemi evde yalnız bıraktı da geldi diye üzülürdüm. </p><p>Ben yengemi bile nasıl özledim biliyor musunuz? Onun kahkahalarını. Böyle ışık açma kapama düğmelerinin üstünde bile parıl parıl taşları vardı. Gülerdik, bu kadar da süslü olunur mu derdik. O kadar severdi ki, taşı tuşu alı pulu. Başkasında olsa kro derdik ama asla kro olmazdı, tam bir kadın, tam bir şıkıdım şıkıdım. </p><p>Bir kere ben yine terapiye gitmiştim, kocaman bir çiçek alıp. Pardon, kocaman bir çiçek almak istemiştim ama bulamamıştım, minik ama pembe çiçeği olan bir kaktüs alıp gitmiştim. Hatice demiştim, bir terslik var, bunu çözelim. Ben bir adamla tanıştım, bunu kaçırmamam lazım. Ama böyle bana bakmasın bile istiyorum. Yaklaşmasın, görmesin güzelliğimi istiyorum. Yani yüzüme bile bakmasın anlıyor musunuz? Halbuki o gün, o ay için dört tane bilet almıştım. Yani ben her ayın başında şehirde hangi etkinlikler ver, oturur bakar kendime bilet alırdım. Bu sefer “madem birbirimizi tanımak istiyoruz, biletleri ona da alayım” demiştim. Hep o bir adım atıyordu, ben adım attım diye çok sevinmiştim. Akşam buluşunca, arabaya biner binmez “ben dört tane bilet aldım” demiştim. Hatta böyle dolu dolu sevinmişti. Uçmuştu yani, onu hissetmişti. Maksimum “teşekkürler” falan demiştir yani, adamı tanıyorum ama hissetmiştim onu. Ay canım. Neyse sonra yemeğe gittik. Bu arada beni Bağlarbaşı’ndan aldı, İsam’dan yani, Kuzguncuk Metet’e indik, o kadar kısa bir mesafede. Ben Metet’te buna sinir olmaya başladım, bana bakıyor, yemeğini ye, soğutma diyorum. </p><p>Neyse işte sonra soluğu Hatice’de aldım, o da deşti, deşti, deşti. Meğer ben abimi özlemişim, o çıktı meydana. Sonra böyle bi ara bana çok kötü kokuyo gibi geldi, hatta yengemi aradım, yenge bak kimseye söyleme ama bu adam kokuyo dedim. Ama önceden kokmuyordu, sonradan kokuyordu. Abim de kokuyor muydu dedim. Yengem bastı kahkahayı. Kokuyordu Merve, sen ona söyleyeceksin, ben böyle severim diyeceksin dedi. Zaten ben anlıyordum, o psikolojik bir şeydi yani. Kaç aydır kokmayan adam yeni mi kokmaya başlamıştı? </p><p>Zaten bu koku olayı beni çok zorluyor. Mesela İstanbul’a gidiyorum. Annemin evi artık başka kokuyor, aramızda kalsın ama yaşlı evi gibi kokuyor. Benim evim, yeni evlendiğimdeki ev gibi kokuyor. Hala böyle arada bir yerde kocamın eski evinin kokusu da olabiliyor. Sonra kayınvalidemlere gidiyorum, kafayı yiyecek gibi oluyorum. Bu sefer de başka bir koku. Herkes aynı deterjanı kullansa olmuyor mu sanki? </p><p>Deterjan demişken, persilin renkliler için olan deterjanını aldım, tüm havlular küflenmiş gibi kokuyor yani iğrenç. Gerçi tesco’nun lavantalı deterjanı da öyle kokuyordu. Acaba bizim ev mi kötü kokyuor? Ama beyazlar öyle kokmuyor. Deli olcam, bir ülkeden başka bir ülkeye geçince deterjanın oturması bile yıllar alabiliyor. Biz geleli 2 yıl oldu, en mükemmel kireç sökücüyü yeni bulabildim. Renkliler için deterjanı hala bulamadım. Zaten su kireçli, kıyafetlerim çok çabuk eskiyor artık. Ah ulan.</p><p>Uyan uykusu çok gözlerim uyan diyor şimdi de Ahmet Turabi Hocamın albümündekiler. Fatih Koca’nın sesine de benziyor ama bilemedim şimdi. Uyan demişlen, gece çok zor uyuduğum için sabah da uyanamıyorum. 10’da iş başı yapmam lazım charity’de. Ona bile güç bela yetişiyordum. Dün Matt’e dedim ki, ben 11’de gelsem olur mu? Kahvaltıdan sonra aceleyle de olsa kahvemi de içip geldim. Resmen insan gibiydim bugün yahu. Uyku düzenimi değiştiremeyince etrafımı ona göre değiştirmeye başladım iyi mi? İyi yani.</p><p>Bu sıralar biraz saçma sapan alışverişler yapar oldum. Mesela aslında daha karnım aç bile dğeil, humuslu mumuslu bir yiyecek aldım. Yanına da içecek, 10 pound verdim. Yani bi portakal suyu alsaydım, 3 pounda oturabilecektim. Evim de 15 dakika ötede. Hayır yani ben bu paraya 2 lahmacun falan da yerdim. Ama işte güvendiğimiz helal lahmacuncu evime yürüyerek 15 dakika değil. Olsun, bir gün o da olur inşallah.</p><p>Bir süredir hayatımı düzene sokmak istiyorum. Ben düzene sokmak istedikçe daha da berbat oluyor. Hayatımda ilk defa bir kot pantalonum yırtıldı. Yani hep dizim yırtılırdı ama bu sefer sığamadığım bir tarafları yırtıldı. Bir de bu büyük beden. Bir tek bu oluyor diye, sürekli bunu giyiyorum. Yeni de almıyorum ki zayıflayınca alırım diye. Kiloluyken zaten yakıştıramıyorum bir şey. Yani yine de yakışanı bulabiliyorum. Zaten diyetisyen senin fazla bi kilon yok, bunu kıyafetle saklarsın demişti. Ben de “Allah Allah, saklanır mı ki?” Demiştim. Ya zaten hala güzelim de işte böyle hantalım falan anlıyor musunuz? Ve bunu kabullenmek de istemiyorum. Ben bir mağazaya girdiğimde her kıyafetten alabiliyor olmak istiyorum. Metroda oturduğumda insanlara değmek istemiyorum, fazla yer kapladığımı hissetmek istemiyorum.</p><p>Sonra da hemen şöyle diyorum. Fazla yer kapliyim yani ne olacak? Daha çok Merve işte. Ben güzel biriyim, renkli biriyim, ışıldıyorum. Parlasın işte etraf.</p><p>Ama işte bazen de kendimi böyle soğuk mercimek çorbası gibi hissediyorum. Garip bir yeşil, aslında kırmızı mercimekmişim de zaten pişince böyle sararmışım, yeşermişim, bir şeyler olmuş. Bir de dolaba girmişim, iyice donmuşum. Heh işte öyle olunca da kimse beni görmesin istiyorum. Ama işte kapı gibiyim, nereye saklanacağım?</p><p>Sanatçının kitabı yolunda her gün 15 dakika yazı alıştırması yapmamız söyleniyordu. Bu öyle bir alıştırma olsun mu? Olsun.</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-63455105669071468882023-02-12T21:59:00.003+00:002023-02-12T21:59:27.351+00:00Kardeşlik<p> Hepimizin kardeşi var. Yani tamam olmayanlar da var ama genelde olur yani insanın kardeşi. Olmasa da sağdan soldan duyarsın. Gıcık olursun mesela abine, kardeşinin saçını çekersin. Sonra büyürsün böyle yanlış yaptığını görürsün, engel olmaya çalışırsın. Sen yanlış yaparsın o gelir seni kurtarır. Korur kollar, cebine harçlığını koyar. Bi dayanışma içindesindir. Bazen saçma sapan giyinir, böyle de sokağa çıkılır mı dersin. Ama eninde sonunda dersin yani “o da öyle işte” ve kardeşindir. Bi bağın vardır. Seversin. İlişkin zayıfsa eksikliğini hissedersin. </p><p><br /></p><p>Ne uzun uzun anlatıcam yahu kardeşlik işte, bildiğiniz. </p><p><br /></p><p>İşte o bizim her fırsatta “ayy pilavı elle yiyorlar, görünce midem kalktı” dediğimiz “doluştular ülkeye şunlara bak, çalışmıyorlar da” dediğimiz kardeşlerimiz bize nasıl sahip çıktılar gördünüz mü? Kardeş işte. Varsın pilavı elle yesin. Patates kızartmasını geçtim, kızarmış tavuğu “finger food” diye pazarlayanların ne kadar kardeş olduğunu da gördük sonuçta. </p><p>Steril ortamda ve o hamburgerin sarıldığı hafif yağlımsı bir kayıt olur ya böyle onun içinde. </p><p>Ya da ben öyle hissediyorum. </p><p><br /></p><p>Selametle</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-44938654186134931512022-11-24T17:04:00.001+00:002022-11-24T17:04:21.681+00:00Öğretmenler Günü<p>Yahu insanın başına neler geliyor. Ben ilk öğretmen olduğumda, öğretmenlerin 24 Kasım'a verdiği önemi gördüğümde çok şaşırmıştım. İçimden epey de dalga geçmiştim. Özenli, süslü püslü giyinmeler, hediye beklemeler, eşleri çiçek göndermedi diye trip atmalar. Yahu eşinizin mi öğretmenisiniz hayırdır falan diyordum. Ama çok mutlu gözüküyorlardı, onlara bir şey söylemiyordum.<br />Sonra zamanla alıştım, ben de 24 Kasım'ı sevmeye başladım. Bir kere her 24 Kasım sabahı ilk emekli tarih öğretmeni Mustafa Amca arar, hayır dualar ederdi. Ağzım kulaklarımda dinler dinler, iyi ki öğretmen olmuşum yahu, güzel bir meslek bu, kıymetli derdim. Sonra kuzenlerim mesaj atardı. Merviş sen aslında iyi bir şey yapıyorsun, baksana sana kıymet veriyorlar, öğretmen diyince akıllara geliyorsun demek derdim. Sonra evlendim, kayınvalidemler, onların ailedeki herkes aramaya başladı. Anneler gününde etraflarında anne olan herkesi arayan bir aile, memnun olurdum öğretmen olarak beni de aradıkları için. Öğrencilerim çiçekler alırdı. Ben hediye kabul etmeyeceğimi baştan söylemek gibi bir gaflette bulunduğum için pek hediye alamazlardı. Şimdi ki aklım olsa böyle bir set çekmezdim, sonuçta hediye vermesi kadar alması da güzel, neden buna engel olayım ki? </p><p>Pandemi olduğunda öğrenciler online'dan bana güzellikler yapmışlardı. Çok duygulanmıştım. Ders bitince mahalledeki çiçekliye gidip kendime, emekli öğretmen olan karşı komşuma ve çok sevdiğim alt komşuma çiçek hediye etmiştim. Kocama da menekşe almıştım. O dönem üniversitede ders veriyordu, ve bunu çok güzel bir niyetle yapıyordu. O da öğretiyordu sonuçta. </p><p>Ertesi sene İngiltere'ye taşındığımda online'dan öğrencilere ders anlatıyordum. Aa yok, öğretmenler günü olduğunda sanırım ben ücretsiz izindeydim. Evet, kesinlikle öyle. Hatta o yüzden epey duygusaldım, çok zor geçmişti. Eşim sağolsun bana güzel bir çiçek almıştı. Görümcemle kayınvalidem de "bizim adımıza Merve'ye çok güzel bir çiçek al" dedikleri için kocaman rengarenk bir buket daha almıştık. O zamanlar üçün beşin hesabını çok yapıyorduk ama bana kocaman buketler alabiliyoruz diye çok sevinmiştim. Ve de insanlar burukluğumu tahmin edebildiler demek demiştim.</p><p>Bu sene, ah bu sene, pencerenin önünde oturdum, dizimde battaniye, yanımda Türk kahvesi ağlaya ağlaya gelen mesajları okudum. O kadar ağladım ki, zırıl zırıl. Ben kıymetli bir öğretmendim, peki ya şimdi neyim dedim? </p><p>Ben böyle ağlarken bi telefon çaldı, Merve Hanım başvurunuzu tamamlarsanız, bir an önce şu şu işlemleri yaparsak siz "teacher asisstant" olarak işe başlayabilirsiniz. Gördüğüm kadarıyla tam aradığımız birisiniz dedi. </p><p>Hayrolsun, illa öğretmen olmam gerekmiyor ama "bir şey" olmak isterim doğrusu. Elhamdulillah "varım" ve sadece "var olmam" bile kıymetli ama insan yine de istiyor ki bir karanfil alınsın, bir öğrenci gelsin sarılsın. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-53301523330031535952022-11-20T23:37:00.001+00:002022-11-20T23:37:07.530+00:00Denedim - Sazlı Sözlü Cemiyet<p>Bugün evimde sazlı sözlü cemiyet yapmayı denedim. Kalbim pır pır attığı için "Merveciğim nasıl olacağını bilmiyorsun, heyecanlanma, çok heveslenme, hayırlısı çiçeğim" dedim. Ama yine de epey heyecanlandım tabi. </p><p>Sakin sakin hazırlanacağım, olmadı simit peynir zeytin yeriz dedim ama son bir saat kala "ay yetiştiremiyorum sanırım" dedim. Bir arkadaş erken geldi, lütfen bana yardım eder misin ben yetiştiremedim dedim. Halbuki o kadar da yetiştirememiş değildim yani. Sadece biraz poğaçaların pişmelerini bekleyebilirlerdi. Aman neyse zaten tahmin edildiği gibi geç geldiler. <br /><br />Bu kısım bir şey değil. Ama ben yapmak istediklerimi misafirlere nasıl yaptıracağımı düşündüm. Yani bir ortam oluşturmaya çalışmak gerçekten çok zor. Konu hep kocalara ve çocuklara kayıyor. Yani bir kere insan konuşmaya ar eder çünkü masada yaşı 30 ve üstü iki tane bekar var. Açık açık pek çok yerde müdahale ettim. Bugün kocalarımızı çekiştirmeyeceğiz dedim. Ama bugün çocuklarımızdan bahsetmeyeceğiz diyemiyorum çünkü "neden ki?" diyebilirler. Zaten çocukları bırakın dedim. Bir arkadaş şey dedi "aa çocukluları çocuksuz çağırıyorsun". Evim müsait değil, gelince anlarsın dedim. Gerçekten benim evim çocuklar için çok uygun değil. İlla ki başlarında durmak gerekiyor. Evim müsait olsa da ruhum müsait değil. "Başım kaldırmıyor."<br /><br />Bildiğin üst yönetim gibi, devlet gibi sürekli müdahale ettim. Burada bunu konuşmayalım şimdi dedim. Çok şaşırdığım bir şey oldu, benim çok sevdiğim bir arkadaşım sürekli dersi kışkırttı. Sürekli güya soru sorarak kendi düşüncelerini empoze etti. Sonuç istemedi sanki sadece söylenmek istedi. Hayır arkadaşım konsept o değil yani. <br /><br />Ben bilerek whatsapp grubu kurmadım ki, bi dahakine çağırmadığım olsun, eklensin, çıkarılsın. Davetiyeyi görmediniz tabi değil mi? Ekliyorum hemen.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3HPTCVTB4SLZ5fCFFPktF1oy3JYMDzKgOyozO-EC2BkRLw4qHq1Y27BcG5ukM26hNaSbkFWXHfyUMMv1bRHJUYrct20_mG_s_lbRLtWJP1dUBywwrwD3wvwzAd23XI-xRkhlhBNWeAVdV9_Yq-Oc0xLSBXBkDyV6ajTl1ctOyza2qyCA_FsLZyEN2NA/s1440/sansu%CC%88rlu%CC%88%20davetiye.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1440" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3HPTCVTB4SLZ5fCFFPktF1oy3JYMDzKgOyozO-EC2BkRLw4qHq1Y27BcG5ukM26hNaSbkFWXHfyUMMv1bRHJUYrct20_mG_s_lbRLtWJP1dUBywwrwD3wvwzAd23XI-xRkhlhBNWeAVdV9_Yq-Oc0xLSBXBkDyV6ajTl1ctOyza2qyCA_FsLZyEN2NA/s320/sansu%CC%88rlu%CC%88%20davetiye.png" width="320" /></a></div><br /><p>Tabi bunu kesip gönderdim. Ben böyle ekran görüntülerini sevdiğim için böyle ekledim şimdi. Niyetimi de bir cümleyle belli etmek istedim aslında. Şu an zihnim çok dağıldı, bir dakika.</p><p>Ben bugün fark ettim ki, zihnim çok sistemli çalışmak zorunda hissediyor. Giriş, amaç, yöntem, bulgular, sonuç. Her şey böyle olmalıymış gibi. Halbuki evine misafir çağırdığında bunu yapamazsın di mi? Bir oranda yapman gerekebilir ama bu kadar da yapmaman gerekir yani. Neyse sonra arkadaşlar akşam olunca ayrıldılar. Sonra Şenol caminin hocasıyla geldi. Hoca da sürekli meşk yapalım ben de "evet bizim evde yapalım" diyip duruyorum ama onlar erkek erkeğe toplanmak istiyorlar. Çalışma günleri, tatil günleri uymuyor bir türlü. Ben de gündüzki misafirleri, benim müdahalelerimi anlattım "doktora yapan birinden ne beklersin ki" gibi bir şey dedi. "biz öyle değiliz yenge" dedi. Öyle diyor ama bize her geldiğinde sesi nasıl kullanacağımı falan çok sistematik bir şekilde anlatıyor. Yani ben sanıyorum ki sadece ders gibi anlatılırsa anlaşılabilir. Ama yo, ben hocanın her anlattığını özümseyebiliyorum.<br /><br />Mesela bu akşam "ben sizin talebeniz olayım" dedim. Oldum da. İnşallah bundan sonra hocayı her bulduğumda buradan devam ederim. Biraz sanki kavradım gibi sesimi. Sanki içimde mucizevi bir şey var, onu fark ediyorum gibi hissediyorum. O benim boğazımda, içimde, şah damarım falan şimdi oralara girmeyelim. Şu zamana kadar yanlış kullanmışım ama terbiye edilse güzel bir şeyler çıkabilecek gibi. </p><p>Hayırlısı valla ben bir şeye niyet ettim, bir şeyler oluyor ama sonu hayra çıksın inşallah.<br /><br />Aralık'ta gideyim geleyim, bir de evde mevlid okutmak istiyorum. Hani sanki onda hiç dedikodu yapılamazmış sadece Efendimiz anılabilirmiş gibi.<br /><br />Yani hoca kalkınca hocanın arkasından konuşulmamalı ama. Di mi? Ağlıcam. </p><p>Hayra çıksın Allah'ım. Acaba sadece olumsuzlara mı odaklandım? Belki de bugün çok güzel bir gündü. Herkes elbisemi çok zarif buldu mesela. Soframı beğendiler. İnsanlar gülüyordu, mutlulardı. Bazı bakışlar farklıydı ama çözemedim. Meryem bazen doğrudan bana bakıyordu. Nuray gözlerini kaçırıp duruyordu. Neden?<br /><br />Benle ilgili olmak zorunda değil.</p><p>Eskiden bloga daha derli toplu yazılar yazardım ama artık dağınık dağınık bırakıyorum. </p><p>Kalsın, sonra toplarız.<br /><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-36901889110250964932022-11-12T22:31:00.003+00:002022-11-12T22:31:50.934+00:00Otizimli Çocuk -değil<p> Böyle tanımlamamam gerekiyor aslında. etiketlerle baktığım zaman gerçekten zor. çocuk bile demiyorum. orada biri var ve iletişim kuruyorum. geçen gün gittiğimde yine görmezden geldi. ama benle oynadı da. bazen hatta belki çoğunlukla yanında sadece durdum. uyum sağlamaya çalıştım. oldu olmadı, ne oldu bilmiyorum ama giderken annesi "merve teyze gidiyor, el salla" dedi. geldi benle vedalaştı. "öpücük ver" dedi. öptü. üzerime tırmandı. sarıldı. tepeme çıktı. annesinin gözleri doldu.</p><p>biliyorum, çok zor günler de olacak. mesela o gün de tuvaletini yaptı, bezini çıkarmak istedi, annesi tuvalete götürdü hemen, zor bir andı ama o da bir hakikat. gerçek yani. </p><p>ama ayrılırken sarılması, bırakmaması. Allah'ım bu dünyada ne güzel şeyler yaratıyorsun değil mi?</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-85364488152119465392022-11-11T11:18:00.002+00:002022-11-11T11:18:14.948+00:00Otizimli çocuk<p>Geçenlerde arkadaşta oturuyoruz, dört kişiyiz. Bir arkadaşın iki çocuğu var, biri otizimli. Burada bir kadından eğitim alıyorlarmış ama saati 120 pound ve bi ilerleme de kaydetmemişler. Kız napıyor dedim "o anda ve orada oluyor aslında temelde. Ama benim bunu yapabilecek bir enerjim yok" falan dedi. Sonra biraz anlattı. Ben de ona dedim ki "ya sen aslında normal bi bakıcı tutsana, oyun ablası gibi, çocukla gelsin 1 saat ilgilensin, sen de kendine vakit ayırmış olursun o sırada" anaokulu bile zor kabul etmiş çocuğu, kimse kabul etmiyormuş "ben denerim" dedim. <br /><br />Çünkü benim zaten işim bu. Buradaki şirketimin hizmetleri arasında çocuk bakıcığı da var, hiç yapmadım ama. Çocuklara ders verirken de saatlik bakıcı ücreti üzerinden ders veriyorum. Hem evi benim sokağımın başı, çok yakın. Hem de bu ülkede otizm öğretmeniyle ilgili çok açık var, eğer yapabilirsem belki sonra okula geçmek isteyebilirim. Denerim yani dedim.</p><p>Geçen hafta 15 dakika gittim. Gerçekten seninle iletişim kurmak istemeyen biriyle iletişim kurmaya çalışmak zor bir şey. Ama bir yandan da gelip sana sarılabiliyor. Bu değişik bir şey. </p><p>Daha demin de terapistimle konuştum, çünkü acaba yanlış bir şey mi yapıyorum diye düşünüyordum. O anda ve orada nasıl orada olacağımla ilgili bir az konuştuk işte. Kesinlikle öğretmen olarak değil. He, çünkü beni en çok zorlayan, ben çocuklarla hep öğretmen olarak iletişim kuruyorum. Yüzlerine boyama yaparken bile dualar ediyorum, bir şeyler öğretmeye çalışıyorum aslında. Her zaman öğretmek de değil de genelde öğretmen rolündeyim. O rolden çıkmam lazım. Bir sürü başka rol var. Belki de sadece orada olmam gerekiyor. Ha bu arada, reddedildiğimde de bir ilişkinin içinde kalabilirim.</p><p>Konuşuyorsun, cevap gelmiyor. Duygularını ifade ediyorsun, bambaşka bir şeyler yapılıyor. Bunlar zaten benim çok alışık olduğum şeyler değil mi? </p><p>En azından bu sefer saatine para alabileceğim ve CV'me ekleyebileceğim. </p><p>Çok kötü geçerse ya da ben öyle hissedersem diyelim (çünkü "kötü" diye tanımlanacak bir şey yok) gider o parayla hamburger ısmarlarım kendime. </p><p>Belki buraya tecrübelerimi yazarım.</p><p>Hamburger yedikten sonra :)</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-13863249051223659392022-11-09T20:11:00.001+00:002022-11-09T20:11:19.251+00:00Görl Gayding Tu<p>Ben bu işe ilk başladığımda, Defne bana dedi ki "istersen grupları ziyaret et, öyle karar ver nerede kalacağına" ben de başladım ziyaret etmeye. Kaç hafta oldu daha birini seçemedim. Çünkü önce Defne'nin gruplarını ziyaret ettim. En küçük yaş grubu acayip hoşuma gitti. Hem de sadece 1 saat olduğu için çok çok iyi geldi bana. Çocuklar sabrımı zorladığında saate bakıyorum "oh sadece 15 dakika kalmış" diyorum. Neyse Defne'nin grubundaki o küçük çocukların saati bana tam uymuyordu, o yüzden benim evime yakın başka bir o yaş grubu varmış, ona gideyim dedim. Ona başladım. Ama onlar da başka grupta daha çok ihtiyaç var aslında dediler. Aman neyse ne, detaylara vakıf olmanıza gerek yok, sadece şunu diyeceğim: bu süreçte farklı grupları ve liderleri gözlemleme fırsatı buldum. </p><p>Bir kere Defne, tam bir kraliçe, sessiz sakin çok güzel yönetiyor. Öteki Aylin (Resmen adı Aylin diye okunuyor ama kim bilir nasıl yazılıyor, Eileein gibi bir şey olabilir) sürekli ofluyor, pufluyor, ah bu çocuklar yoruyor adamı diye bakıyor. Halbuki Defne'nin bakışları daha çok "çocuk işte" bakışı. Defne gerçekten disiplinli. Aylin o kadar değil ve bu yüzden çok yoruluyor. Aylin'in yanında bir kadın daha var, o da lider, adı Venessa olabilir. Bu kadın oflamıyor, puflamıyor, çocuklarla birebir iletişim kuruyor. İdeal yani. <br /><br />Ders başlamadan ve bitmeden önce el ele tutuşup marş söylüyoruz. Ve gruba katılanların "promise"lerini ezberleyip sahneye çıkmaları gerekiyor. Mesela geçen hafta 4 yaşında bi bıcırık katıldı, onu kenara alıp iki cümlelik yeminle ilgili bir etkinlik yaptırdık. (Kelimeler tek tek yazılmıştı ve sıralaması istendi. Böyle koca koca kağıtları sıraladı. Yani bir quiz gibi değil daha çok oyun gibiydi.) Sonra bir kağıda yazıp "haftaya kadar evde çalış gel" dedik. Bu hafta geldi, ezberlemiş tontiş. Bu arada ezberledikleri şey ""I promise that I will do my best to think about my beliefs and to be kind and helpful" yani "elimden gelenin en iyisini yapacağıma, inançlarım hakkında düşüneceğime, nazik ve yardımsever olacağıma söz veriyorum" gibi bir şey diyorlar. (Google Translate şöyle çevirdi: "İnançlarım hakkında düşünmek, kibar ve yardımsever olmak için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz veriyorum." Eskiden olsa "benim dediğim doğru ya derdim ama özgüvenim yerlerde, üzgünüm.) Her neyse.</p><p>Sonra en az 15 dakika bu çocuğun haftaya velilerin karşısında nasıl bu sözü vereceğinin provasını yaptık. 2 çocuk rainbow bayrağı tutacak, bir çocuk bölge bayrağını tutacak. 2 çocuk seyirci olacak, falan filan. </p><p>Muhtemelen bunların anneleri de bu yollardan geçti, o yüzden duygusal bir an. Ben yine çok şaşırdım tabi. El kadar bebeler, haftada sadece 1 saat geliyorlar, onun için ayrı üniforma alıyorlar, marşı ezberliyorlar, tören düzenleniyor. Baksan, bu hafta ne yaptık? Fil boyadık. Bu. Ne işe yaradı? Bilmem yani. Geçen haftaki oyun güzeldi mesela, anlamlıydı. Ay asıl onu anlatayım:<br /><br />Ortada bir sepet var. Sepetin içinde gazete kağıtları yuvarlanıp bantlanmış, top yapılmış, onlar var bir sürü. "Herkes eşit şekilde alsın bakalım" dedi lider. Herkes bir tane aldı önce, sonra bakıldı herkese yetecek birer tane daha alındı. "Hmm herkeste iki tane var, çok güzel, eşit oldu" denildi. Sonra daire şeklinde dizildik (bu arada mutlaka daire şeklinde toplanıp yoklama alınıyor, daire şeklinde toplanıp marş söyleniyor, ne zaman bir araya gelinse bi halka olunuyor, müthiş bir tecrübe bence.) bi halka olduk, herkes eşit mesafede, sepete top atmaya çalışıyoruz. çocuklar sepete isabet etsin etmesin "well done" dememiz gerektiğini öğütledi lider. hayatımın şokunu orada yaşamış olabilirim. çünkü ben en fazla "nice try" derdim. "iyi deneme, güzel atıştı ama" derdim mutlaka olamadığı hatrımda kalırdı, hayır, yine de "well done" işte. lider zaten bunu çocuklara söylüyor ama diğer çocukları da tembihliyor, arkadaşınıza "well done diyin" diye. yani biz yetişkinler demiyoruz ki çocuğumuza öğretelim di mi?<br /><br />Neyse, herkes eşit mesafeden atıyordu ya, bu sefer şöyle yaptık, tam sepetin yanında minnacık bir halka olduk, erkek kardeşi olan bir adım geri gitsin, saçı uzun olan bir adım geri gitsin gibi bir sürü şey söyledik. Böylelikle kimi sepete yakın kaldı, kimi uzak kaldı. Bu sefer de öyle atmaya çalıştılar sepete topu. Lider dedi ki "hayat bize her zaman eşit şartlar sunmayabilir, bunu göz önünde bulundurmak gerekir." Kendi ten rengini gösterdi, zenci bir kadın. Onun kadar siyah olmasa da yine zenci diyebileceğimiz bir çocuk vardı "bak bizim ten rengimiz daha koyu" dedi. Ben zaten müslüman olarak oradayım. Farklıyız yani. <br /><br />Mesela bu akşam da yoklama sırasında laflarken (he bu arada her ders yoklama alınıyor am aönce biraz sohbet muhabbet, bu hafta neler yaptınız, ne oynadınız gibi şeyler) Christmas kutlamalarından bahsedildi. Lider hemen Christmas kutlamayan var mı dedi, ben elimi kaldırdım. Biz de Ramazan'ı ve Kurban'ı kutluyoruz dedim. Onlar da hemen Diwali'yi söylediler, yakın zamanda okulda öğrendiler ve Diwali yeni geçti, oradan akıllarında kalmış olabilir. İnşallah Ramazan da akıllarında kalır ne diyim. Bunu ayrıca yazmak isterim.<br /><br />Öyle işte. Bu insanlar ne yapıyor? Ayrıca o yemindeki "I will do my best to think about my beliefs" kısmı bir tek benim mi içimi kemiriyor? Beliefs derken? Yani bunun üzerine düşünmek tabii ki çok güzel bir şey ama sanki yıkıcı bir tavır da var gibi. Var mı?</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-37997861104788323672022-10-05T20:21:00.003+01:002022-10-05T20:21:28.200+01:00Görl gayding<p>Buralarda görl gayding diye bir şey var. Ben bunu ilk nereden gördüm bilmiyorum ama gönüllülük işlerinden biri işte. Ama bu görl gayding accayip sistemli, kurumsal bir şey. Kraliçe bile çocukken katılmış, varın gerisini siz düşünün. Bizim izcilik gibi ama değil gibi de. Haftada bir akşam kız çocuklarıyla toplanıyoruz. 1-2 saat, etkinlikler yapıyoruz. Amaç da kızların güçlü olması, özgüven kazanmaları, kendi değerlerinin farkına varmaları falan.</p><p>Böyle dışardan baksan, oyun oynuyor bunlar dersin. Ama çocukların üniforması bile var. Dersin sonunda elele tutuşup marşımızı söyleyip ayrılıyoruz.</p><p>Bugün dedim ki, ben burada ne yapıp ediyorsam, ne görüyorsam anlatayım, bir yerlere kaydedeyim de yarın bir gün okul mokul kurarsam işime yarar.</p><p>Bugünkü ders mi diyim ne diyim bilemedim, kilisedeydi. Kilisenin anaokulunda. Bu burada yaygın bir şey sanırım. Çünkü çıkarken bir baktım, spor salonu da varmış, orada da bir şeyler yapıyorlar. Tabii ki her şey eski, bizde devlet okulunda bile o dolaplar yüz kez değişmişti. O masalar ilk veli toplantısında dile getirilip velilerden para toplanıp hemen değiştirilirdi. İşte bunu aklım almıyor. Evet yani masa ve hala kullanılır durumda. Hiç de önemli değil.</p><p>İkinci alacağım not, bu adamlar disiplinli kardeşim. Ve bu yazacaklarım Defneyle mi ilgili yoksa genel olarak İngilizler mi böyle bilemeyeceğim ama alçak sesle konuşup çok güzel ototite kurabiliyor. Ben olsam NOOOĞĞĞ diye bağırırdım mesela. Bağırmıyor. Yavrucuğum şimdi oyun zamanı mı, ben sana ne dedim!? NE DEDİM BEN SANA??? Diye çığırırdım. Yapardım bunu. Zamanında çok yaptım, oradan biliyorum. Defne, en az 70 yaşında ama bence 80 var, sadece no, not now diyor. Gözlerini bile devirmiyor. He sadece kurallar çiğnendiğinde diyor. Şöyle çocuklar (bugünküler 7-10 yaş arasındaydı sanırım, browni grubu, yaşlara göre böyle farklı isimleri var) her fırsatta oyun oynuyor ve her kafadan bir ses çıkıyor tabii ki. Kimse mühalae etmiyor, ne zamanki bir şey yapacağız, Defne ya da başkası bir şey söyleyecek ellerimizi havaya kaldırıyoruz, hep birlikte, elini kaldıran susuyor. Mesela bir kız hem elini kaldırmıştı hem de konuşmaya devam ediyordu, Defne kuralı tekrar açıkladı. Bunlar olurken genelde ayaklayız, ama bir şey açıklanacaksa yere çember oluyoruz. Dersin başında tanıştık falan, herkes adını, kaç yaşında olduğunu, hangi okula gittiğini ve en sevdiği yiyeceği söyledi. Çoğunluk makarnacı. Bana sorsalar Adım Merve, 32 yaşındayım, hayatımda ilk defa okula gitmiyorum, en sevdiğim yemek de köfte derdim. Bu bile içimi burktu, çünkü ben meetball diyecektim, onların aklına kim bilir ne çeşit köfte gelecekti. Ama ben anne köftesi ya da sokakta satılan köfte ekmek var ya, onu kastedecektim. Bunlar kesin yuvarlak yuvarlak bir şeyler hayal ederdi, peah!</p><p>Üçüncü söyleyeceğim şey ise kardeşim bu ne rahatlıktır ya? Biz oraya ayağımızla basıyoruz, bunlar yerlerde yatıyorlar, yuvarlanıyorlar. Ve benim çocuğum olursa, büyürse, okula giderse, onun için de bu normalleşecek. O çocuk eve her geldiğinde yıkanacak :( ya da ben de alışacağım bu işe. </p><p>Dördüncüsü. Bence adamlar pratik değil, her şeyi çok detaylı açıklıyorlar. Mesela bi kaba bi karbonatla su öteki kaba üzüm suyu koyduk. Çocuklar önce karbonatlı suya pamuklu çubuğu batırıp resim çizdi. Sonra onlar kuruyana kadar oyun oynadılar. Kuruduktan sonra herkese karışık olarak kağıtlar dağıtıldı. Üzüm suyuyla üstlerinden geçip resmi bulmaya çalıştılar. İşte bunun için kaselere o sular mular konuldu. Yani ne kadar zor olabilir ki? Bana iki saat açıklıyor falan. Şuradan 8 kase al diyeceksin. 1 kaşık karbonat koy diyecen. Bu yani. Aman neyse.</p><p>Son olarak, “what’s your dream job” dediler. Ortamda benim gibi 4 yetişkin falan vardı. Kadının biri “ben avukatım” dedi. “Öteki hukuk okuyorum” dedi. Bana sordular “I was a teacher and I was a sociolog” dedim. Bu mesleklerimi buraya taşıyabilmem için dilimin bağının çözülmesi gerekiyor. Yani ben sosyolog olarak da buraya gelmiştim. Sunum yapmıştım, sorular sormuşlardı, cevap vermiştim. Ama şuan oradaki özgüvenimin üçte biri bile yok. Cümleyi de resmen “I was a” diye kurdum. İncindim.</p><p>Ama geçecek. Allah’ın izniyle, bu ülkede de güzel işler yapacağım, öğreneceğim, öğreteceğim, hikayeler toplayacağım.</p><p>Ay son bir şey daha, öğrencilerim beni görseydi bu akşam derlerdi ki “Merve Hoca bi kendini buldu.” </p><p>Onların gözünden kendimi görmek iyi geldi.</p><p>Elhamdulillah ala külli hal.</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-637174665612948882022-10-04T22:59:00.002+01:002022-10-04T22:59:54.852+01:00SAD lambası<p>Günlerdir bunu foto terapi için alınan ışığın siniri var üzerimde. Zeynep Hanım'a güvenmesem asla almam zaten. Daha önce Hatice de söylemişti ama googlelamamıştım bile, güneşin yerini tutar mı ya manyak mısınız diyesim gelmişti. Zeynep Hanım'a da artık nasıl baktıysam kadın rahat bi beş dakika "bu öyle bir şey değil" minvalinden şeyler söyleyip ikna etmeye çalıştı. "Girin bakın, çok makale var" dedi.<br /><br />Kocam ne dicek, bunu nasıl açıklicam diye düşünürken "aa o ne" dedi, ben o merdivenlerden inenene kadar kaldıramadım ve zaten aylarca kullancam, nereye kadar kaçıcam diye düşündüm. "hiç sorma bak ben de çok dalga geçtim, söz verdim diye kullanıyorum, güneş bu" falan dedim. epey bir dalga geçti. "aa güneş battı" falan dedi. ama hiç "saçma sapan şeylere para veriyorsun" demedi ki bu benim için önemli. çünkü ben bile para verirken "inanamıyorum yani buna para mı veriyorum şimdi, kendimi aldatılmış hissediyorum" falan dedim.<br /><br />ha bu arada, bi iki makale falan okusam belki işe yarayacak. okusam mı?</p><p>bugün öyle bi yarım saat durdum karşısında. şifa olsun ne diyim.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-6516594043382697822022-09-29T18:08:00.003+01:002022-09-29T18:08:51.018+01:00Türkiyeli "yer"<p>Çok tuhaf bir şeyler olmaya başladı son günlerde. Mesela twitterda bir fotoğraf görüyorum, mesela bi yemek fotoğrafı, arka planda mutfak/balkon gözüküyor. Üff diyorum, şu güzel fotoğraf bile bir apartman dairesinde çekilmiş. Çok güzel dolaplar olabilir, masa falan on numara olabilir. Ama bahçeleri yok diyorum, altta birileri var, üstte birileri var, insani değil. Ya da bakıyorum, onca para vermiş ama apartmanda oturuyor diyorum.<br />Hele böyle sokak videolarına hiç katlanamıyorum. Mideme ağrı giriyor. Binlerce insan bu çarpık kentleşmede yaşıyor diyorum. Başımı kollarımın arasına alıp, nasıl olur Allah'ım, benim insanıma bu nasıl reva görülür, demek istiyorum. Çok tuhaf. Bu son bir kaç haftadır olmaya başladı. <br /><br />Buradaki evimizde otururken aynı para çok güzel dairelerde de oturabilirdik. Ama ben ısrarlar bahçeli ev olsun diye ısrar ettim. Çünkü Türkiye'de bu bir lüks ama burada hiç değil. Minnacık bir bahçe de olsa bahçen var yani. Kimse de "oo bahçeli evde oturuyorsun" demiyor. Hele benim oturduğum eve hiç demiyorlardır. Ama İstanbul'dakiler için çok lüks. O yüzden hiç evden fotoğraf paylaşmamaya çalışıyorum. </p><p>Çok tuhaf değil mi?</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-6212851503464728522022-09-11T16:59:00.003+01:002022-09-11T16:59:42.690+01:00Size Anlatacaklarım Var.<p>Siz kimsiniz bilmiyorum ama size anlatacaklarım var. Blog'dan kimseye haber vermiyorum, sanki birileri beni okursa kısıtlanacakmışım gibi hissediyorum. Biri beni yolda belde görürse "aa Merve duyduk, şöyle böyle olmuş" diyecek de ben de "iyi de sizin beni bildiğiniz kadar ben sizi bilmiyorum" diyecekmişim gibi. Belki de ben bir alışveriş gibi görüyorum. Bu alışveriş bakışımı mı değiştirmem gerekir? Yazmak, bazen de anlaşılmak bana iyi geliyor. </p><p>Hem ben anonim bile yazsam, insanlar ben olduğumu anlıyor. Merve bunu sen mi yazdın diyorlar. O zaman da "evet, ben yazdım" demekten çekinmiyorum. E o zaman daha ne?</p><p>Hem atla deve değil ya, insanlarla paylaştıktan sonra pişman olursam kapatabilirim, blogumu taşıyabilirim. Kilitleyebilirim. Silebilirim de. Ama ne gerek var yani? İnehk'i sildik de ne oldu? Kalsaydı ne olurdu?</p><p>Bu yazma tecrübesiyle ilgili şunu fark ediyorum, hep bir şekilde yazdım. Kızlarla ortak bir defterimiz vardı, ona yazdım. Sonra blog yazdım, kızları da dahil ettim. Ama niye zorlamışım ki yani onlar yazmak istemiyorsa yazmasın. İnstagram'da da onlara yazdığım 6-7 takipçili bir hesabım vardı. Şimdi 70 kişi var, çok kalabalık geliyor. Ama sonra diyorum ki 7 de olsa yazmayacaklar ki? bazen delleniyorum açıyorum hesabı. Bazen kapatıyorum. Çoğunlukla kapalı duruyor. </p><p>Neyse işte, bunlar benim yazma üzerine genel düşüncelerim. Aslında böyle böyle yazmayla ilgili çekincelerimi yazsam, sonrasında ne kadar gereksiz olduğunu göreceğim muhtemelen.</p><p>Size anlatacaklarım var kısmına gelince. Ben Londra'ya taşındım. Eh, epey de zorlandım. Daha doğrusu Londra'ya taşınma kısmı kolaydı ve güzeldi. Bundan önce Reading'te yaşamıştım, o kısım var ya felaket. Ama felaket olmasının sebebi, pandemi miydi, 1 odalı ev miydi, full lockdown mıydı, yeni evli olmak mıydı, eşimin iş arıyor olması mıydı, hiç emin değilim. Ama berbat bir yıldı. Çok şükür ki bir yıl değil, 11 aydı diyorum ama yani 11 yıl gibi töbe estağfurullah. Vücudumda hasar bırakan bir 11 ay oldu. Zamanla düzelir inşallah.</p><p>Heh, size anlatacaklarım var diyordum. Burada hala beni şaşırtan şeyler görmeye devam ediyorum. En basitinden kendime çok şaşırıyorum. Bunları anlatmak isterim. Eğer dinlerseniz. Aman, dinlemezseniz dinlemeyin, ben anlatabilirim.</p><p>Öyle işte, birileri beni oturtsa da Merviş, her gün 10 dakika şuraya yazı yazacaksın dese. Ne güzel olurdu değil mi?</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-92000001290557111952022-04-07T09:31:00.001+01:002022-04-12T16:19:56.943+01:00"Ben Prenses Değilim"<p><i>Hayır bir prensessin, çünkü sabırlısın, disiplinlisin. Güzelsin. özenlisin. sorumluluğun var. yetkin var. meliksin.</i><br /><br />Çok sevdiğim bir öğrencim var, 42 yaşında. Tam yetişkin bir yaş yani. Ders yaparken "yorulduysanız bırakalım" dedim. "Hayır Mervecim, ben prenses değilim, devam edelim." dedi. Halbuki tam da zorlanmasına rağmen devam ettiği için prenses. Tam da her sabah saatinde derse geldiği için prenses. Disiplinli olduğu için, her şeyi mükemmel yapmak istediği için prenses. </p><p><br /></p><p>Elhamdulillah.<br /><br />Keşke kendi de bunu fark etse istiyorum.</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-35746093061404349932022-03-08T17:26:00.002+00:002022-03-08T17:26:07.472+00:00Paintte karalama<p>Danışman Hocamla doktorayı bırakma kararımı konuşurken bana dedi ki "varlığınla, yapıp etmelerinle değerlisin" dedi. Doktorayı bırakmış olman seni gözümüzde daha değersiz kılmıyor dedi. Tüm bunları konuşurken ben kütüphanedeydim. Sol yanımda bir çocuk bilgisayarın başına geçmiş, paintte bir şeyler boyuyordu. Resim çizmiyordu, düm düz ekranı tamamen griye boyuyordu, satır satır. Sonra onu bitirdi. Karalayarak tüm ekranı maviye boyamaya başladı ve bitirdi. </p><p>Bir yanda doktora, öbür yanda paintte resim çizmek. Pardon, paintte sayfa karalamak. Tamam işte. bazen paintte bir şeylere karalasak da olur. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-58906729859794387972022-03-01T23:47:00.001+00:002022-03-01T23:47:31.975+00:00Neden Doktorayı Bıraktım?<p>Çünkü bana zarar verdiğinden emin oldum. Bir şeyi yapamıyorsak o kapıda durup da ısrar etmenin alemi yok. Çekilmemiz gerekiyor o kapının önünden, kendimize başka kapılar aramamız gerekiyor. </p><p>Şu zamana kadar çok zor şartlarda çalıştım, kütüphanelere gittim, metroda bile makale okuyabildim. ama pandemiyle birlikte eve kapandım, evlendim, yurtdışına taşındım, önce küçük bir şehirde yaşadım, sonra Londra'ya taşındım... Hayatımda bir dolu değişiklik oldu. Rahatlık bakımından, şimdiki kadar hiç rahat olmadım belki de. Evimdeki çalışma ortamım çok rahat, fiziksel olarak. Evde çalışamazsam yürüyerek gerçekten de üç dakikada kütüphaneye gidebiliyorum ve haftada 6 gün açık. Ama yine de çalışamadım. Ve bundan da önemlisi ben bunun stresiyle baş edemedim.</p><p>Geçen gün o evin arkadasındaki kütüphanede terapistimle görüştüm tekrar. İlacımın dozunu arttırmaya karar verdi. Ben iyiyim gerek yok falan dedim ama "merve şöyle bri şahlandıralım seni" dedi. Ben de hemen ilaçlarım yetecek mi, İstanbul'dan kim gelecek, bana ilaçları kim getirebilir diye düşündüm. Sağa sola haber saldım, çözüm üretmeye çalışıyorum. Babamın arkadaşının oğlu getirecek, adamı tanımam etmem. Her neyse. </p><p>Sonra bir gece yatıyorum, uyumaya çalışıyorum ama önümüzdeki ay tez izleme var diye stresten uyuyamıyorum. Ve bir baktım ki ben bıçağı boğazıma defalarca sapladığımın hayalini kuruyorum. Siyah bir bıçak, sol yanımdan saplıyorum. Bir dakika Merve yaa, bunu kendine neden yapıyorsun dedim. Neden yani, yedi düvel seferber olmuş, seni iyileştirmeye çalışıyor ama senin kendine yaptığın bu mu dedim?</p><p>Tam burada şunu da hatırlatmakta fayda var (bunu ileride kendim okurum diye yazıyorum). Ben uzun zamandır böyle kötü düşüncelerle mücadele ediyorum zaten. O eski küçük evde defalarca tasarladım. Allah'ım lütfen bana yardım et, elimi tut diye geceler boyu ağladım. Bu güzel hayallerimin evine taşınınca da ilk iş kendimi nerede asabileceğime bakmak oldu. Böyle manyak manyak düşünceler yani. Bu atakların da ara ara geleceğinin farkındayım. Sadece kontrolü elden bırakmamam gerekiyor ve bunun kötüye gitmesini engellemem gerekiyor. </p><p>Ben aklı başında, doğruyu yanlışı ayırt edebilen bir kızım. Ama bu düşüncelerin böyle akın etmesine engel olamıyordum. Her neyse. O son gece fark ettim yani ben ne yapıyorum ya? Bu nasıl bir yüklenmektir? Doktorayı bırakırsan bırak ne olacak, dışarıdaki insanların %95'inden fazlası bunu yapmayı denemiyor bile Merve dedim. Sen bunu denedin. Eğer istediğin başarıysa, bu çok iyi bir başarı çiçeğim.</p><p>Ve bırakınca şunu fark ettim: Ben zaten başarılıyım. Çok güzel bir üniversiteden mezun oldum. Sırf o diplomamla bile yapabileceğim çok güzel şeyler var. Ki 8 senedir o şekilde öğretmenlik yaptım zaten. Şimdi de burada o yüzden ders veriyorum çocuklara. Asıl benim yüksek lisans tezim çok eğlenceliydi, çok renkliydi, çok da güzeldi bence. Yani ben çok iyi bir üniversitede yüksek lisans da yaptım zaten. </p><p>Hamdolsun.</p><p>Şimdi oturup, tüm bunlara şükretme zamanı.</p><p>Ayrıca şunları da yazmak isterim, her hafta doktoradan üç arkadaş toplanıp konuşuyoruz, ikisi asistan ve ben sadece doktora öğrencisiyim. Geçen haftalarda aldıkları maaşı duyunca kendimi çok enayi gibi hissettim. Nasıl yani ya dedim? Bu zamana kadar neden ben yemek ısmarlamışım ki dedim. Yani yemek ısmarlayıp ısmarlamadığımı bilmiyorum ama benim en az iki katım maaşları varmış. Nihayetinde aynı işi yapıyoruz? O zaman ben niye yapıyorum? Niye sağlığımdan oluyorum ki dedim. Tamam onların benden fazla yaptıkları iş var ama ben hem öğretmenlik yapıp hem doktora yapyorum ve totelde onlardan çok daha az kazanıyorum. </p><p>Aha! asıl önemli mesele. Ben hep "alimlerle haşrolmak" istediğim için doktorada ısrar ediyordum. Sonra rüyamı hatırladım, rahmetli amcamı da rüyamda Peygamber'imizin de olduğu alimler meclisinde görmüştüm, meczup dayım da oradaydı. Benim amcam mühendisti. Alimlerle haşrolmak için illa doktora yapmak gerekmez belki de? </p><p>Hem şuanda bu ülkede bana açılan kapılara baktığımda hem öğrenci hem öğreten pozisyonunda bir yerde görüyorum kendimi. Tam bugün yani. Hem çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışıyorum, hem de bir yandan öğrenmeye gayret ediyorum. Dilimi geliştirmem gerekiyor çünkü içimdekileri aktarabilmem için.</p><p>Doktorayı neden bıraktım meselesinden biraz uzaklaştı sanki, emin değilim, her neyse. Bıraktım işte. Teknik olarak 6 ay daha doktora öğrencisiyim. Bu sürede belki buradaki üniversitelerle yazışırım, mail listelerine girmeye çalışırım. Eskiden tanıdığım arkadaşlara mail atarım. Sonuçta artık bir doktoram yok. Bunlara şimdi vakit ayırmayayım, doktorama bakmalıyım demeyeceğim. </p><p>Yuppi.</p><p>Elhamdulillah.</p><p>Arkama yaslanabiliyorum. Misler gibi.</p><p>Uzanıp gözlerimden öpüyorum.</p><p>Sevgiler.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-26974489242089938642022-02-13T23:20:00.002+00:002022-02-13T23:20:19.948+00:00About Reading<p><i>Ben 10 ay boyunca Reading adlı küçük bir şehir de yaşamıştım. İlk taşındığımda artan vakalar sebebiyle 4 ay boyunca tam kapanma vardı. Yani şehirde sadece marketler açıktı. Kafelerin sadece gel-al servisleri açılmıştı. Sonra zamanla kurallar gevşeyince ve ben de evden çıkabilince, gidip çarşıdaki şirin bir İngiliz kafesinde bilgisayarımı elime alıp notlar tuttum. Bu notlar onlar:</i></p><p><i>The notes I wrote down what I saw while sitting in the cafe</i></p><p><b>Reading Yaşlıları</b></p><p>Dikkatimi en çok çeken şey: yaşlı çiftler. Yan yana yürüyen yaşlı çiftler. Birlikte markete gidenlere de şaşırıyorum ama en çok bir kafeye gelip kahve içip giden yaşlı çiftlere şaşırıyorum. Büyük bir olay değil, bir seremoni değil ama geliyorlar, kahvelerini içiyorlar ve gidiyorlar. Mesela şu anda tam yan masamda bir çift var, tam böyle. Geçen gün de aynı şekilde bir çift gelmişti. Aynı şekil dediğim, erkek daha yaşlı olduğu için geçip oturmuştu ve kadın siparişi verip kahveyi alıp gelip masaya oturmuştu. Hiç konuşmuyorlar ama birbirlerine kızgın da değiller. Sakin sakin kahvelerini içiyorlar. Hatta teyzem hapur hupur kekini yiyor. </p><p>Biz böyle sahnelere hiç alışık değiliz tabi. Mesela hala şeyi yadırgıyorum, teyzem çok yaşlı, kahve siparişi verdi ve kafedeki kız kahveyi uzatıyor, teyzenin gelip almasını bekliyor. Biz olsak zahmete girer, o büfeyi geçer, kahvesini masaya koyar. Teyzeye, amcaya mutlaka bi laf atarız. Tabi tüm bunları yaparken de onlara bakıma muhtaç oldukları mesajını vermiş oluruz. Halbuki yo, gayet de kendi işlerini kendileri görüyorlar işte. Güç bela bile yürümüyorlar. </p><p>Yalnız hiç konuşmuyorlar dedim diye mi bilmem, konuşmaya başladılar. Ne dediklerini anlayamıyorum, çok İngiliz çıktılar. Her neyse, biz o çiftimizi bırakalım, devam edelim.</p><p>Türkiye’de bu yaşta insanları eşleri hayatta bile olsa tek görmeye alışığız. Bu çok garip değil mi? Şöyle bir teyzeyle dedeyi yan yana görünce şaşırıyoruz. Belki de benim etrafımda yoktur ama çarşıda pazarda bile çok ender görüyorum yahu. Teravihe giden teyzeler amcalar bile cinsiyetlere göre dağılıp gidiyor. Teyze geliniyle, torunuyla, yeğeniyle gider, amcalar genelde tek gider gibi geliyor bana. Bu gözlemim ne kadar gerçeği yansıtıyor bilmem, sadece bana öyle geliyor.</p><p>İlk geldiğimde de çok dikkatimi çekmişti, hala çift görünce şaşırdığıma göre 6 ayda alışamamışım buna demek. Güzel.</p><p><b>Gençler</b></p><p>Çarşıya inip de gelip geçen insanlara baktıkça sanki insanoğlunun en zor dönemi ergenliği gibiymiş hissediyorum. Çocuklara bakıyorum, mutlu, yaşlılara bakıyorum, bir dinginlik var, yetişkinler yanlış da olsa bir şeyleri yerine koymuş gibi, ama ergenler öyle mi? Üstlerine başlarına çokça özenmişler ama bir yandan da hiç ilgilenmiyormuş havası veriyorlar. Bedenleri yetişkin bedenine benziyor ama onla ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kaş göz süzmeler, abartılı kahkahalar bir yandan da utangaç bakışlar. Allah iyilerle karşılaştırsın, doğru yoldan ayırmasın diye dualar ediyorum gördükçe. Zor, çalkantılı bir dönem umarım doğru yolu bulurlar diyorum. Ve böyle endişeli gözlerle bakıyorum onlara. Çok yanlış yapacaksınız ama kendinize zarar vermeyin olur mu demek istiyorum. Sizler azizsiniz, izzetlisiniz, şereflisiniz, maddi boyutunuzun da manevi boyutunuzun da devasa bir değeri var ve kimse buna zarar vermemeli, kıymetinizi bilin demek istiyorum onlara. İçinizde müthiş bir potansiyel var, lütfen güzel işler yapın diyesim geliyor. O enerjiyle neler neler yapılmaz ki, kum yığını ver kocaman kale yapsınlar, yetişkinler olur mu olmaz mı diye tartışına kadar onlar suyu taşır getirir, dener yanılır bulur kaleyi diker boyunca. Böyle düşünüyorum.</p><p><b>Aşıklar</b></p><p>Ara ara yeni tanışan çiftler görüyorum, o kadar belli ki yeni tanıştıkları. O karşı cinsi tanımanın heyecanı, beğenilmenin getirdiği güzellik ve utangaçlık, o kadar güzel hissediyor ki insan onları görünce. Mesela daha demin benim kahvemi ikram eder, sizin için isterseniz masayı silebilirim diyen kız önümden geçti, kolunda çantası, yanında güzel bir delikanlıyla. Böyle ikisi belli bir mesafede uzak uzak duruyorlar birbirlerine kaçamak gülüp bir yandan muhabbeti sürdürmeye çalışıyorlar. Bu ana şahit olmak bile insana çok iyi geliyor.</p><p>İnsana insan gerek diye çok düşünüyorum, çünkü 6 aydır çok az insan görüyorum. 6 ay önce de çok insan gördüğüm söylenemezdi ama en azından 10 katı daha fazla insan görüyordum. En azından pazara gidince pazarcı abiyle laflayabiliyordum, komşulara börek tarifi sorabiliyordum, yoldan geçen Afganlara Bim kart uzatıp “bunu biliyor musunuz?” diye sorabiliyordum. Her neyse, mesela şu an bu kafeye gelip yanımda yöremde insanların konuştuğunu duymak bana o kadar iyi geliyor ki. Gördüklerimin illa ki aşıklar olmasına gerek yok. İnsanlar, geçiyorlar yanımdan, onlar da bir şeyler yaşıyorlar. Hepimiz bu dünyadayız, bir şekilde imtihanlar oluyoruz, seviniyoruz, üzülüyoruz, ağlıyoruz, yaşıyoruz, bazen hiçbir şeyi umursamıyoruz, ama buradayız işte. Ve birileri bir diğerlerine aşık oluyor ve bunu gördüğümüzde bile mutlu olabiliyoruz. Bu kadar işte.</p><p><b>Kafeler</b></p><p>Açıkçası öyle çok fazla kafesini bildiğimden değil ama bugün fark ettim ki, ben picnic’te oturuyorum ve buraya hep İngilizler geliyor. Yani yanımda yöremde hep nezih İngiliz aksanlı kimseler oturuyor. Ama şu karşıki kahvaltıcıda hep göçmenler, yanımdaki Starbaks'ta göçmen bile olduklarından şüpheliyim, korona olmasa turistler diyeceğim, onlar var, köşedeki costa’da ise her öğlen Türk amcaları görüyorum zaten ama orada da genelde göçmenler. Picnic’te ise yaşlı amcalar bile geliyor. Belki Costa’da da otursam böyle düşüneceğim, emin değilim. Belki bir ara orada da oturum.</p><p><b>Kafedeki Çocuklar</b></p><p>İlk defa bu kadar çok çocuk var. Sessiz sakinler ama yine de çocuklar. Ne istedikleri konusunda kararsızlar. Tabi ki smokinli bir beyefendi gibi kibar kibar oturmuyorlar. Ama yine de etrafı yıkmıyorlar. Uslular yani. Bunda sürekli açık havada olup enerjilerini boşaltmalarının etkisi olabilir. Yoksa bunlar da boş olan sandalyelerde oturuyorlar, etrafa yayılıyorlar, sürekli hareket halindeler. Havuçlu kekim ne zaman gelecek diye sabırsızlanıyor mesela çocukcağız. </p><p>Ayrıca belirtmem gerekir ki, ne kadar cinsiyet eşitliği dersek diyelim, çocuğun kekiyle yiyeceğiyle anne daha çok ilgileniyor. Evet, gidip yiyecek alan babalar da var ama yine de anne tabaklara eşit paylaştırmaya çalışıyor, falan filan. Yaşlı çiftlerde zaten kahveyi alıp adamın önüne koyanlar hep nineler. Gençlerde de durum çok da farklı değil. Bu kötü bir şey mi? Artık emin değilim. Eskiden adaletsizlik gibi gelirdi.</p><p>Şimdi de bebek arabasıyla bir baba geldi. Geldiğinden beri sipariş verirken dahil telefonda konuşuyor, şu anda da kulağında hala kulaklık, arada gülüyor, bir yandan da çocuğuna yemek yediriyor. Çocuğuyla mı konuşuyor yoksa kulaklıkla biriyle mi konuşuyor bilmiyorum. İstanbul’da böyle bir manzara görsem adama kahraman gibi bakardım. Burada da çok görmüyorum ama yine de görünce şey dedim: Mesai saatleri azdır, eşiyle ikisi de part time çalışıyordur ve bugün çocuğa bakma sırası adamdadır.</p><p>Biz bu kadar uzun saatler çalışıp az para kazandığımız sürece bu cinsiyet eşitliğini uygulayabilmek zor gibi geliyor bana. Bilmiyorum. Kafamı kurcalayan meseleler bunlar.</p><p><b>Tarz Sahibi İnsanlar</b></p><p>O kadar az ki! Bunu bir türlü anlayamıyorum. Gerçekten bu ülkede çok ucuza çok güzel bir şekilde giyinebilirsiniz. Ama bunu tercih eden çok çok az insan görüyorum. Mesela şuan bir kadın geldi kafeye, elinde koca koca Zara poşetleri var, tarzı da tam zara zaten. Bakıyorum, ayakkabısı düz spor ayakkabı, tabanı leopar desenli sadece ve hakikatan hoş duruyor. Üzerinde üç kat fırfırlı kruvaze siyah kısa kollu bir elbise, siyah büyük tote çanta, saçlar düz toplu, gözlüğü leopar desenki. Çok çok sade. Ama çok şık. Onun dışındaki çoğu kişi kot tshirt. Bu kadın da kot tshirt giyebilir ama giyse de şık olur, boynuna bir fular takar ya da bir kolye falan. Daha demin otururken rujunu tazeledi. Ama bakın sadece rujunu, yüzünde herhangi bir şey yok. Burada Türkler kadan makyaj yapan bir tek Rusları görüyorum zaten. Aklım almıyor ama neden bu insanlar şık olabilecekken olmamayı tercih ediyor?</p><p>Bugün 12-1 arasında da picnic’teydim. Çok daha fazla şık insan gördüm. Belli ki buralarda bir yerlerde çalışıyorlar ve öğle arasında bir şeyler atıştırmak için geliyorlar. Salatamsı şeyler alıyorlar. Eh çünkü zaten burası vegan/vejeteryan bir kafe. <i>Home made</i> kekler satmasıyla ünlü. Yani çikolatalı kek yerken vicdanınızın o kadar da sızlamadığı bir yer. Vegan toplar falan satıyorlar, onu görünce sen yanındaki çikolatalı keki de sipariş versen şöyle hissediyorsun: ama bu zeytinyağlı, sağlıklı. Yine de fabrikasyon keklerden iyidir. </p><p><b>Kafe</b></p><p>Bu sefer biraz daha yola yakın bir yere oturdum. Kendimi kafede hissediyorum ama neredeyse yoldayım. Artık buranın insanlarına alıştım, Londra’dan farklı, daha sade, hatta neredeyse görünmez insanlar. Birkaç gündür Müslümanların sayısının fazlalığı dikkatimi çekiyor. Ama o da normal geliyor yani. Bu arada bulunduğum kafe gerçekten bir İngiliz kafesine benziyor. Çünkü burada bembeyaz solukça tenli kızılca saçlı bir beyefendi de çalışıyor. Ortama bir tane böyle beyaz tenli koy, kendini hemen Britanya’da hissediyor insan zaten. Güzel bir his. Çünkü hemen ilerideki Tortilla’yı gördükçe Washington’daki Tortilla’da tüm yemeği üstüme döktüğüm geliyor, köşedeki Pret a Magner’den de ilk Washington’da alışveriş yapmıştım. Mağazalar zaten aynı, restoranlar zaten aynı, <i>fast food </i>lokantaları, kafeler, hepsi hepsi aynı. İstanbul’da mıyım, Berlin’de miyim, Londra’da mıyım, Reading’te miyim? Picnic’te oturmak biraz Readingli hissettiriyor ama Starbucks’ın komşusu yani, o tarafa bakmaman gerek. </p><p><b>Güzel elbiseli ellerinde çiçekleriyle kadınlar</b></p><p>Daha demin önümden bir kadın geçti. Krem rengi üzerine küçük kahverengi desenleri olan upuzun kat kat bir elbise giyiyordu. Elbisesi en az üç kat, fırfırlı. Üzerinde kahverengi deri bir ceket. Saçları kumral ve küt. Elinde de bir buket. Buketin boyu kısa ama dolgunca. Çiçeklerin ne olduğunu göremedim. Elinde de bir iki poşet, John Lewis’ten alışveriş yapmış. Ayağında düz krem rengi bağcıklı ayakkabılar. Zaten burada ne kadar güzel giyinirlerse giyinsinler altlarında hep düz ayakkabılar. Rahatlar. Elbiseler de genelde bol zaten. Yine de bu kadar rahat giyinmelerine rağmen çoğu kişi kot, tshirt, dümdüz şeyler tercih ediyor. Eh, ben de kendimi zorlayıp etek giydim bugün. Ama bu zorlamaya değer bence. </p><div><br /></div><p><br /><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-13720494174339013362022-02-13T22:58:00.002+00:002022-02-13T22:58:16.174+00:00okuyorum, yazıyorum.<p>Geçen gün birileri yeni kararlar almış, her gün düzenli kitap okuyacağım falan demiş. Ben de baktım şaşırdım. Yani ben her gün okumuyorumdur belki ama iyi bir okurumdur, o alışkanlığı kazanmışım dedim. Ve okurken hiç stres de olmuyorum, ay bugün de kitap okumadım diye vicdan azabı yapmıyorum. 32 yaşındayım ve kitap okurum diye tanımlarım kendimi. Hatta pandemiyle birlikte sekteye uğradı, yani nerede nasıl okuyacağımı bilemedim çünkü genelde metroda, otobüs beklerken falan okurum. Ama artık evde de yavaş yavaş bir düzen oturdu. Çorbayı koyup kaynayana kadar okumaya başladım hamdolsun. Yine de metroda okuduğumun tadını vermiyor. <br /><br />Her neyse, sonra ben şeyi de fark ettim: ben yazıyorum da. Mesela bu blog, ara ara da olsa yazıyorum. Bundan önce inehk vardı ve çok güzel yazardım ama yayılmaya başlayınca kapatmıştım, onun yasını tutmanın alemi yok. Bilinmek istememiştim. Ama buraya yazıyorum işte. Bunun dışında da bir sürü şey yazıyorum.</p><p>Bilgisayarımda farklı farklı dosyalar var. Onları burada yayınlayabilirim zaman zaman diye düşündüm.</p><p><br /></p><p>Burayı sanırım kimse okumuyor. Okumalarını ister miyim emin değilim. </p><p>Belki twitter'daki arkadaşlarıma bağlantıyı verebilirim.</p><p>Onları seviyorum. </p><p>Öyle işte,</p><p>daha çok yazmak dileğiyle,</p><p>Selamlar</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-20004901057052472312022-01-03T22:35:00.005+00:002022-01-03T22:39:19.698+00:00Yeni Yıl<p>Bugün tam da ay'ın da konumundan mütevellit, yeni kararlar almak için ideal bir günmüş. Tam da yeni yıla girdik ve günlerden pazartesi, alalım mı yeni kararlar?<br /><br />Açıkçası bu yıl yeni, kocaman, ideal kararlar almamam gerektiğinin farkındayım. Yuvarlanıp gidebileyim, günü kurtarabileyim, az az devam edebileyim, kafi.</p><p>Allah'ım sen bana yardım et, elimi bırakma. Beni yolundan ayırma. Bana sağlık ver, sıhhat ver, afiyet ver. Annemi, babamı, ailemi koru, onları da yollarından ayırma. Bizlere bolluk ver, bereket ver, helal bol rızık ver. Bizleri hep iyilerle karşılaştır. Bize bu dünyada da ahirette de iyilikler ver.</p><p><i>Bu arada, bugün salı diye gözüküyor. Çünkü blogun saati Türkiye'ye ayarlanmış.</i></p><p><i>Ben İngiltere'deyim. Ben artık burada yaşıyorum. </i></p><p><i>İşsizim, doktora yapıyorum. </i></p><p><i>Doktoramı bitirebilecek miyim bilmiyorum, umarım bitiririm ve burada güzel işler bulurum.</i></p><p>Allah'ım, bana hayırlı kapılar aç.</p><p><br /></p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-8190017994967811872021-09-08T17:12:00.007+01:002022-09-11T17:15:33.664+01:00Bal Kız'a<p><i>Canım arkadaşım ilk bebeğini kaybettiğinde yazdığım yazı, yazı yazarken adını bilmiyordum ama meğer arkadaşım kız olduğunu öğrenince ona Rabia ismini vermiş, Rabia'ya rahmetle:</i></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><i><br /></i></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Ah bal kız, biz iki gün önce öğrendik ki, sen tatlı mı tatlı mini mi mini tatlı bir kızmışsın, anneciğinin karnında. Açıkçası anneciğinin karnında olduğunu epey bir zamandır biliyoruz, çünkü varlığın zuhur ettiğinden beri annen öğüre öğüre bir hal oldu. Ne bir şey yiyebildi ne bir şey içebildi, anca çubuk kraker. Biz de “ah çabucak geçse şu aşermeler” diye dua ettik durduk. Sonra senin annenin kanamaları başladı bal kız. Biz de hiç bilmeyiz böyle şeyleri, nedir ne değildir, hiç anlamadık, “hiç kıpırdamadan yatacaksın” dediler, annen de yattı. Babacığın da annene bir güzel baktı. Ah bal kız. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Ben İngiltere’den gelir gelmez annenin penceresine gittim, camdan el salladım ona. Anneni bir görmeliydin, sanki bir melek! Bembeyaz olmuş ama o beyazlık annelikten, masumluktan, parıldamaktan, nasıl desem, ah bal kız. Sonra biraz iyileşelim diye bekledik, hastalık bulaştırmayalım dedik annene, biz beklerken anneciğin de hastaneye gitti. Oradan bize haber verdi işte, senin 17 haftalık bir kız çocuğu olduğunu ama 15 haftalık kadar olduğunu ve tutunamadığını, artık annenin hayatını tehlikeye attığını, gebeliğe son verileceğini.</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Bal kızım, işte o zaman işler değişti. Biz anladık ki sen annenin bu dünyada makamını yükseltmeye gelmişsin. Ah benim hafımızın sanki orada tâcı yokmuş gibi, ipekten elbiselerle Kur’an okuyup okuyup yükselmeyecekmiş gibi bir de onu karşılayan bir kızı olacakmış, meğer sen onun habercisiymişsin. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Daha demin anneni aradım, sesi yorgun ama güzel geliyordu. Bilmem ki neler hissetti kim bilir, Allah’a çok yakın bir an olmalı, içinden bir can çıkıyor, onu veren Allah, alan Allah. Bir yandan senin de canın devam etmeli. Ah, belki de annenin her şeyden daha önemli olanın kendi olduğunu fark etmesi gerekiyordu, öyle mi dersin? Ah bal kız. Sen bizim dünyamıza geldin de bize ne söylemek istedin? <span style="white-space: pre;"> </span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Bu arada ben Merve Teyzen, senin annenin liseden beri en yakın arkadaşı. Yani en yakın arkadaşlarından biri. Annenin bir sürü yakın arkadaşı vardır, hepsi de en çok onu sevdiğini düşünür. Ama bence bir tek bize söylüyor “seçilmiş kız kardeşlerim” diye. Bu durumda sen de bizim “seçilmiş yeğenimiz” oluyorsun. Ayrıca ilk kız yeğen olacağın için muhtemelen epey şımartacaktık seni. Melih abin sana kitaplar okurdu, Ahmet Oğuz afacanlıklar yaptırırdı. Ayşegül Teyzen dinazorlarıyla oynatırdı, Beyza Teyzen çocukları bize kilitlemenin mutluluğuyla yan masada çay içerdi. Ah bal kız, geleydin buralarda iyi eğlenirdik ama gittiğin yer ya da gelemediğin yer o kadar güzel ki, o kadar haklısın ki bal kız!</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Burada nasıl dua edilir ki bilemedim. Rabbim bu dünyada da ahirette de güzellikler ver. Bal kız bu dünyaya varamadı, ahiretinde güzellikler ver ona. Burada da annesine hep iyilikler ver, güzellikler ver. Bal kızı, annesini ve babasını bağışla… Onlara rahmet et, merhamet et, lütfunla muamele et.</div><div style="text-align: left;"><br /></div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7288143436224146420.post-16141355046807510522021-05-20T12:24:00.001+01:002022-02-13T23:46:36.906+00:00tekerrürden ibaret bir blog yazısı<p>Yıllardır değişmemiş bu blog yayınlama sayfası, ne kadar güzel. Ben de en son 4 yıl önce mi yazmışım ne? Hey yavrum hey. Zaman akıp gidiyor. Bi ara her gün 20 dakika yazmaya karar vermişim. Bunu belli aralıklarla yapıyorum. Belli aralıklarla sosyal medyadan uzak durmaya çalışmam gibi. Bu sefer de twitter'a girmeyeyim de bari blog yazayım diye geldim. </p><p>Belki girerim de yani twitter'a belli olmaz. Öyle hep büyük kararlar alıyoruz, sonra bırakıyoruz. İbadetin az ama devamlı olanı makbuldürden hareketle, 4-5 yıl aralıklarla da olsa bu bloğa devam etmem de belki makbuldür diye düşünüp devam ediyorum arkadaşlar. <br /><br />Selamlar.</p>Unknownnoreply@blogger.com0