31 Aralık 2011 Cumartesi

yürürken ses kaydı yapsam şahane komik olucakmış. yürürken düşündüğüm şeyleri sonra unutuyorum.

camiden çıktığımda öyle yağmur yağıyodu "ah dedim merve romantik olmak için güzel bir gün" sonra bu lafımı ciddiye almadım tabi, yoluma devam ettim, etrafımdaki yeşilliğe bakıp, vay anasını öss de belli bi puan yaptığım için şuan bu okuldan çıktım ve karşısındaki mezarlığı görüyorum, belediyede de caddeye öyle bi ışıklandırma yapmışki, kırk yol sonra oranın akşamlarını hatırlasam... uf işte şöyle ki belediye başka türlü ışıklasa ben başka türlü görücem, başka türlü hatırlıcam. çok mu önemli? pek değil.

karşıdaki mezarlığı ağaçları falan görürken, şimdi ben mersin'de olsam ne görcektim acaba, california'da, londra'da olsam.. ama burdayım ahan da burlarda yürüyüp bunları görüyom, mutlu olmaya bakim dedim, baktım.

sırtımda çantam yalnız ve güzel bir kız edasıyla yürürken yağmurun tadını çıkartıyo pozları kesiyorum, bi yandan da vay anasını kapitolun dışında fıskiyeli havuz varmış, medeniyetin sembolü, biri deseki capitolun bahçesindeki havuzun mimarı benim, homm demekten başka bi şe diyemezmişim, aklımda bi şey canlanmazmış belki canlansa o mimarla tanışabilir bi iki kelam edebilir ne bilim numarasını falan alabilridim hay aksi diye düşündüm. tevbe edip, sağ omzuma baktım. melekler nurdan yaratılmış varlıklar olduğu için havuzu gördüm tabi, yağmur da suyuna su katıyordu, öyle foşurduyoduki..

karşıdan iki kız geliyodu, liseli, biri kapşonunu iyice kapatmış, kızıl saçlarından başka bi şey göremedim, ama yanındaki siyah saçlı güzelce endamlı bir kız, ne güzelcesi gerçekten güzel bi kızdı. şimdi bu kaç yaşındadır diye düşünürken sağdaki kızıl sigarasını ağzına götürdü, aah dedim başlamadan bitti, sizi elemek durumundayım küçük hanım. ve sen siyah saçlı hatun hala çok güzelsin diye bakarken sen de sigaranı ağzına götürdün ya, ah nasıl da ansızın yakalandık ayrılığa değil mi? halbuki ben bu ayrılığa hiç hazır değildim. olsun yine de çabuk atlattım. sizi gördüğüm 6 adımlık yolda, yaşanmışlıklarım vardı. ve öyle şeyler gördümki, ani ve doğru kararlar vererek 3 adımda ayrılmıştım sizden.

otobüs durağına vardığımda durağın yağmurdan kaçısan milyonlarca insanla dolu oluğuna tanıklık ettim. ben o daracaık yerde durcağma gider şu koca reklam panosunun altında dururum dedim. oraya yollandım. heh. tam buraya yağmur gelmiyo. geliyo. bakiyim. gökmüş. yağmur daha yeni yağmaya başladı, tabelanın kirleri üzerime yağmasın. şehri temizleyen yağmur beni kirletemsin, biz şehir kızları çabuk kirleriz, dedim. ve durağa geri döndüm. evet o hıh ben ne durağa sığışsam gider dışarda dolanırım diyen, sonra çok ıslanıp pişman olan kız benim. çok da büyütmeyin.

bir de kafasına mavi jeans poşeti geçiren bi abla vardı ki, hiç bahsetmeye değer bulmuyorum. ne hali varsa görüyodu.

otobüse bindim indim (hikayede kopukluk olsun istemiyorum)

elleri ceplerimde gökyüzüne bakarken yağmur gerçekten de güzel yağıyo, fu olsa mikail'i anardı diye düşündüm. sonra aha şimdi yağmuru görmüyorum, şimdi görüyorum. (hala durmuyodum göğe bakıyodum) evet sokak lambalarının ışığı kimi yerde var kimi gökte yoktu, yine belediyenin bir işi. belki de biz şehir kızları köylerdekilerden daha şanslıyız, geceleyin yağmuru izleyebiliyoruz dedim.  bunları derken de aklıma madagaskar çizgi filmindeki hayvancağızların şehrin göbeğinde yıldız diye seğrettikleri şeyin bir helikopter olduğunu anladıkları an geldi. biz çok kitap okumadığımızdan aklımızda filmler kalıyo, kitapları da filmlerde karşılaştırıyoruz. karşılaştırmak da en basit bilmemne yöntemi. m.menteş öğretti.
yalnız yaşadığım imajını vermek için zile basmak yerine anahtarla kapıyı açtım, girdim.

anlıcağın eve sağ salim geldim anneciğim.

bir kütüphane oyalanmacası


Sevgili okur, bilmeni isterim ki, şuan kütüphanede “İslam hukukunda nişanlanma” adlı bir makale yazmak üzere bulunuyorum, peki yazıyor muyum? Hayır. Pek çok veri topladım, yanımda üzerinde “nişanlanma” yazan bir sürü madde, makale var, ama ben işte oturup onları bir araya getirip kaynak gösterip bir şey yazmıyorum. Ve üzülmüyorum. Çünkü üzerimde bir konu bulmanın ve bunu yetiştirebileceğimin farkında olmanın rahatlığı var. Pek tabi sizlerin de tahmin ettiği gibi son ana bırakıyorum ve her şey istediğim gibi olmayabilir. Zaten konum bile istediğim gibi değil. Ama hiç sorun değil. Bir konum var ya ona şükür.
Y
azar bir dönem boyunca, şunu mu çalışsam, bunu mu çalışsam diye düşünüp, artık makalesini teslim etmesi için son 2 hafta kaldığında, hasta yatağındayken aklına birden gelen konuyu çalışmak zorunda kalmıştır.
Şükrettiğim bir diğer nokta: şuan nişanlanmak gibi bir niyetimin olmayışı, ya da etrafımda bunu ima etmek istediğim kimsenin olmayışıdır. O zaman şuan üzerinde kalpli bir hırka ile nişanlanma ile ilgili onca şeyi okurken içten içe “aah ah, bir nişanlım bile yok, bir evlenme teklifi bile almadım” olacak idi. Allah’a sığınırım.

İlgili kitapların üzerindeki yüzük ve gül resimlerine ise diyecek bir şey bulamıyorum. Bir kitapçıda rafta onu görüp de nişanlısına o kitabı hediye alanın vay haline. Nişanlının o kitapta bulacağı nedir? Nişanlılığın kelime almanı, sünnette yeri, nişanlanılacak kızda aranan özellikler, nişanlanma engelleri yahut evlenme teklifi engelleri, nişanın bozulması (bak bak kızın aklına neler de sokacak o kitap) hediyeleri tazmin, maddi tazminat. Budur yani. He bir de nişanlıların yalnız kalmaları, birbirlerini görmeleri gibi mevzular var. Şimdi sorarım:  “O yüzüğün o gülün orda işi ne?” Kitabı masaya yüzüstü koymak mecburiyetinde kalıyoruz, sonuçta kitaplar bizim en iyi arkadaşlarımızdır ve onları yüzüstü bırakmamalıyız.
Bu da böyle bir espri oldu, kusuruma bakmayınız.
İşte ben de bugün bilgisayarımı taşıdım onca(ağır bir bilgisayar, özellikle de benim gibi narin bir kız için) ama kayda değer ne yazdım? Hiç. Belki bir şey çıkar diye şimdi bunu yazıyorum. Ya da size öyle göstermek istiyorum. Var ya ben belki de “kız geldi oturdu onca saat hiçbir şey yazmadı” demesinler diye bunu yazıyorum. Ne malum? Sonuçta herkesin gözü benim üzerimde.
Var ya hiç öyle değil, burayı en çok bu yüzden seviyorum. Herkesin başı kitabında, kendi çalışmasında. Mesela şuanda önümde amca sanat resimlerine bakıyor. Gerçekten sanat resimleri ama. Beethoven falandır resimdeki. O derece. Ya da birazdan kaplumbağa terbiyecisini inceleyecek. (evet, bildiğim tek ünlü tablo o.)
Sonra ben de kalktım bahçeye çıktım, iki tur attım, zihnimden milyonlarca şey yazıp kendimi güldürdüm, sonra oturdum buraya bunları yazdım. Çünkü o komik şeylerin hepsini unuttum.

sonra ne mi oldu? bir mesaj geldi:
“Merve hala isam’daysan buluşalım mı?”

ve olaylar gelişir..